12 Aralık 2012 Çarşamba

Kaçakçılık - 2

Kaçakçılık yazı dizisinin devamı.

Türkiye


Ülkenin coğrafi yapısı, yakın komşu ülkelerinin Türkiye'yi kendi kaçakçılık işleri için kolay geçiş güzergahı olma yoluna getirmeleri, içteki tüketiciler üzerinde kaçak beğenisi olan, ucuz mallara tüketicileri yönlendirmek için gayret sarf eden bir propaganda grubunun pazar yaratma ve tüketicileri özendirme gayreti içerisinde bulunmaları ve talebin artması ile de yasal yollarla yasaklanan tüm malların kolay yoldan para kazanmak isteyenlerin iştahlarını kabartmaları, Türkiye'deki kaçakçılığın başlıca sebepleri olmuştur.

Yanlış vergi ve devlet politikaları ile işsizlik gibi ekonomik etkenlerin de varlığı, kaçakçılığı zamanla Türkiye'de ciddi bir sorun haline getirmiştir.

Eğer konu bir defa yasa dışına çıkmışsa onun içinde sadece ucuz çay, mazot, elektronik, sigara, alkol v.s. olmaz, mevcut yasa ve mevzuatın yasakladığı ve/veya kontrol altına aldığı a'dan z'ye -silah, uyuşturucu ve hatta insan dahil- her şey var olabilir.

Burada eşek sırtında mal kaçıran doğulu insanlardan bahsetmiyorum. Ciddi ciddi büyük organize örgütlerden ve İstanbul'a yapılan 3. köprünün finansmanı büyüklüğünde bir piyasadan bahsediyorum.

Kaçakçılık asla ihbarla veya rutin kontrollerle bitirilemez


Bilmem hiç dek geleniniz oldu mu ama bazen yolda çevirme yapılır. Köpekler falan vardır kaçakçılık ve organize suçlarla mücadele yazar üzerlerinde. Arada bir bir şeyler bulurlar. Emin olun böylesi büyük sevkıyatların bir çok eskortu olur. Hiç bir kaçakçı bu tür faaliyetleri, kendilerinden devlet içinde adamları olmasa bile yemez. Bir TIR önden az biraz yakalatıp arkasından 10 tam dolu TIR sağ salim geçer gider.

Eğer bir ülkede piyasa dengeleri tam oturmamışsa ve devlet, gelir kapılarını adil bir şekilde kontrol edemeyip tüm gelirlerini dolaylı vergilere bağlamış, halkın alternatif kanallar arayışına yol açmışsa, bir de üzerine her an yozlaşmaya açık, belli başlı kriterlerden yoksun devlet adamları görevdeyse kaçakçılık "mecburen" var olacaktır.

Kaçakçılık ancak, namuslu devlet görevlileri ve kaçak piyasasına insanları muhtaç etmeyecek bir fiyatlandırma-vergilendirme sistemi ile önlenebilir.

Türkiye'nin bir numaralı kaçak emtiası: Akaryakıt


Akaryakıt kaçakçılığı; Türkiye'de 90'lı yılların başında haber yayınlarını meşgul etmeye başlamış ve günümüze kadar da arttıkça artmış bir kaçakçılık tipidir.

Kaçakçılıkla mücadele eden görevlilerin her deşifre ettiği yöntemin yerine yeni icat edilen bir başka yöntemle sahneye çıkılıyor.

Türkiye'de petrol ürünlerinde kaçakçılık, ağırlıklı olarak aşağıda belirtilen şekillerde yapılmaktadır:

1- Petrol ürünlerinin  (kara ve/veya deniz yolu ile) yurda yasa dışı yollardan sokularak satılması,
2- İhraç veya özel amaçlı kullanılması gereken vergisiz akaryakıt veya LPG’nin kaçak olarak yurt içinde pazarlanması,
3- Solvent, baz yağ ve atık madeni yağların yasa dışı olarak (10 numara yağ olarak bilinen karışımlar da bu sınıfa girer) akaryakıta karıştırılarak satılması,
4- ÖTV farkından yararlanmak amacı ile Dökme/Tüplü olarak alınan LPG’nin Oto LPG olarak satılması.

Türkiye'de geçtiğimiz yıllarda yaşanan Ömer Cemil Sanal cinayeti bu husustaki en dikkat çekici örneklerden biridir. Aşağıda bu konuda geçtiğimiz yıl yayınlanan bir belgesel yer almakta.


Nedenlerini yeniden tekrarlamaya gerek yok. Eğer akaryakıt ve otomotivden elde edilen vergiler, bir devletin tüm gelirlerinin 1/4'ünden fazlasını oluşturuyorsa, burada gerçekten devlet yapısı (hem de en tepesinden en altına kadar) ile ilgili ciddi sorunlar ve çarpıklıklar var demektir.

Kaçakçılar Türkiye-İran sınırına 3 kilometre boru hattı döşedi


Türkiye'nin İran ve Irak'a sınırı olan Şemdinli ilçesinde akaryakıt kaçakçılığı yapanlar, inanılmaz bir yönteme başvurdu. Güvenlik güçlerini arazi arama tarama çalışmaları sırasında İran sınırının iç tarafından Şemdinli'nin Çatalca köyü Nikse Yaylası'na kadar 3 kilometre uzunluğunda boru hattı bulundu.

İki yıldır bu yöntemle yapılan akaryakıt kaçakçılığı Polis ve Jandarma ekiplerinin ortak operasyonuyla ortaya çıkarıldı. Boru hattı sökülürken,kaçakçıların bulunması için de geniş çaplı soruşturma başlatıldı.

Konuyla ilgili Hakkari Valiliğinin açıklaması; "Emniyet Müdürlüğümüz Özel Hareket Şube Müdürlüğü ve Askeri Unsurların, 28.09.2012 günü İlimiz Şemdinli Çatalca Köyü bölgesinde gerçekleştirdikleri arazi tarama faaliyetleri esnasında; Çatalca Köyü’nün üst tarafında bulunan Nikse Yaylasında geçimini kaçakçılıktan sağlayan şahısların kaçak akaryakıt yüklemek için yaptıkları tesis tespit edilmiştir. Bahse konu tesise İran topraklarından 3000 metre uzunluğunda boru döşendiği, bu borulardan geçen yakıtların her biri 5000 litrelik 5 adet tanklara doldurulduğu anlaşılmıştır.Ayrıca dolum tesisinin arkasında 10 metrekare odaların olduğu, bu odaların arkasında da jeneratörlerin bulunduğu tespit edilmiştir. Ele geçirilen akaryakıt ve suçta kullanılan materyallere el konulmuş, irtibatlı şahıs veya şahısların tespiti için çalışmalar devam etmektedir."

http://gundem.milliyet.com.tr/kacakcilar-turkiye-iran-sinirina-3-kilometre-boru-hatti-dosedi/gundem/gundemdetay/10.12.2012/1639729/default.htm

Bir garip ülke: Uganda


Mevzu biraz hassas olduğundan uzaklardan bir ülkeden örnek vereceğim. Bir zamanlar Uganda'da gittikçe artan cari açığı dengelemek ve tüketimi azaltmak için ülkenin en büyük ithal kalemi olan petrole ekstra vergiler uygulanmaya başlar. Zamanla bu vergiler, devletin en önemli gelir kalemi olur.

Uganda'da devlet, eskiden beridir kazanandan doğru düzgün vergisini alamaz. Rüşvet, adam kayırma, siyasi istikrarsızlık gibi nedenlerin devletin her tarafına işlediği Uganda, o yıllarda hem halkı kara yolu taşımacılığına özendirip toplu taşıma ve trenleri ikinci plana itmiş, hemde artan petrol fiyatlarıyla birlikte devletin ihtiyaç duyduğu geliri en kolay elde edebileceği emtia olan akaryakıttan elde etmeye başlamıştır.

Uganda'nın elbette bir yandan da Demokratik Kongo gibi bazı ülkelerin desteklediği ayrılıkçı terör gibi ülke bütçesine inanılmaz zararlar veren bir problemi vardır ve bunun finansmanını da sağlamak öyle kolay bir iş değildir. Vergiler arttıkça artar. Elbette terör odakları da kendi savaşlarının finansmanını sağlamak için yollar bakarlar. Uyuşturucu kaçakçığı, silah kaçakçılığı derken akaryakıtın kaçakçılığını yapmanında oldukça para kazandıran bir eylem olduğunu keşfederler.

Ülkenin "güney batısındaki" dağlarda süren bu anlamsız savaş, dış beslemenin de etkisi ile bir türlü bitmez. Şehirler alınır şehirler verilir onlarca yıldır devam eder bu savaş. Uganda hükümeti o yıllarda bölgeyi olağanüstü durum bölgesi ilan ederler ve bölgeyi sadece askerlere bırakırlar. Haliyle otoritenin olmadığı yerde yozlaşma kaçınılmazdır. Artık o savaş, o bölgedekiler için sadece bir bağımsızlık/özgürlük savaşı değil, aynı zamanda kendilerinin özel gelirleri, kirli işleri için "ticaret" yollarının kontrolü uğruna da verilen bir savaştır.

Ugandalılar bunun bedelini çok pis ödediler ve hala da ödüyorlar. O yıllarda Uganda özel polisine askerine verilen yetkilerin nasıl kötüye kullanıldığının sadece bir kısmı medyada yer aldı, bunların bir kısmı yargılandı. Ancak buz dağının görünmeyen kısmı çok daha derin ve korkutucuydu.

Uganda Askeri


Para o kadar tatlıdır ki, bal tutan parmağını yalar misali dokunanın tekrar dokunası gelir. Kaçak da bir tür kolay para kazanma yöntemidir. Kimi zaman yozlaşmış devlet görevlileri de bu çarka gerek isteyerek, gerekse istemeyerek bulaşır.

Öyle ki, o yıllarda Uganda ordusunda görev yapan, bol madalyalı ünlü bir asker vardı. Emekli olduktan sonra kitap yazdı, tv programlarına çıkıp uzun uzun verdiği savaşı vatan savunması diye anlattı durdu. Hatta siyasete de göz kırpmıştı.

Esasen o olayın aslını bilenler iyi biliyordu; kendisi bölgede belli bir alanın komutanı olduğu için sınırların ve haliyle de akaryakıt kaçakçılığı işinin kontrolü kendisindeydi. Uzun süre bunun ekmeğini yedi, mal mülk yaptı ve uzun süre de elinde tutmuştu bu kapıyı. Bir süre sonra söz konusu faaliyetleri fark edildi. Kendisinin bununla birlikte ülkeye verdiği hizmetler de göz önüne alınmış, rezil edilmek yerine sadece görev yerinden sürülmüş, zamanla da erkenden emekli edilmişti.

Gerçi Uganda devletinin kendisini rezil etmek istememesinin bir diğer sebebi de adam bir konuşmaya başlarsa ucu, devlet içinde diğer işbirlikçilerine kadar uzanacağının bilinmesinden ve ayrıca görev süresince devletin kendisini boyuna madalya ile ödüllendirilmesinden dolayıdır. Söz konusu olan Uganda bile olsa korunması gereken bir devlet karizması var neticede...

Velhasıl bir Uganda olmak istemiyorsak, her kendini delikanlı gösteren petrolcü asker söylemlerine direk atlamamak gerektiğini öğrenmemiz gerekir. Allah'tan böyle şeyler sadece Uganda'da yaşanıyor.

Not: Uganda'nın (eski Kampala belediye başkanı) şu an ki devlet başkanı da az malın gözü değil ama o akaryakıt işinden çakmıyor. Onun derdi mütahitlikten vurup geçmek şimdilik. En son komşu ülke Rwanda ile geri inşaasında iş çıkar umuduyla savaş çıkarmaya çalışıyordu...

+ Bu sitede yazılanların hiç biri doğru değildir.

10 Aralık 2012 Pazartesi

Kaçakçılık - 1

Tanım olarak kaçakçılık, gayri-resmi yollardan yapılan bir ticaret biçimi olup dünya genelinde bir tür suç sınıfıdır. Kimi zaman gümrük vergisinden kaçmak, kimi zaman da ihracat - ithalat ile ilgili kontrol ve yasağı aşmak için başvurulan bir yoldur.

Bu iki bölümlük bu yazı dizisinde öncelikle kaçakçılığı, tarihini, tiplerini ve ikinci bölümde de Türkiye'deki durumu ile Uganda'dan bazı örneklerini anlatacağım.

Sıradışı bir iş; Kaçakçılık


Tanım olarak kaçakçılık; bir ülkeye ithali ya da bir ülkeden ihracı yasak olan veya ithal ve ihracı gümrük muamelesine tabi olan bir maddeyi gümrük işlemleri yaptırılmadan ithal-ihraç etmek ve bu maddeleri yurt içinde satmak ya da ticari amaçla bulundurmaktır.

Ayrıca, devletçe ihraç şartıyla müşteriye satılan bir malın iç piyasada tüketime sunulması ya da zorunlu haller olmadıkça süresi içinde ihraç edilmemesi, devletin tekeli altında bulunan maddeleri yetkili olmaksızın ülkemize ithal etmek veya ithale teşebbüs etmek, ülke içinde bir yerden başka bir yere sevk etmek, saklamak, satılığa çıkarmak veya satmak, bilerek kabul etmek, satın almak veya kullanmak, devletin tekeli altında bulunan maddeleri, ülke dâhilinde yetkili olmaksızın imal etmek veya imal için ithal etmek de kaçakçılık suçunu oluşturmaktadır.

Genel olarak kaçakçılık fiillerini;

•  İthali mümkün eşyada gerçekleştirilen ithal kaçakçılığı,
•  Transit rejimi hükümlerine aykırılık suretiyle yapılan kaçakçılık,
•  İthali yasak eşyanın ithal veya ihraç kaçakçılığı, ithali izne, lisansa, şarta, kısıntıya, uygunluk belgesine tabi eşyada yanıltıcı işlem yoluyla kaçakçılık,
•  Vergiden muaf ithal olunan eşyayı ithal amacı dışında kullanmak suretiyle yapılan kaçakçılık,
•  Dâhilde işleme rejimine aykırılık suretiyle gerçekleştirilen kaçakçılık,
•  Gümrük kontrolü altında işleme rejimi çerçevesinde ithal edilen eşyada yapılan kaçakçılık,
•  Antrepo veya geçici depolardan eşya çıkarma yoluyla yapılan kaçakçılık,
•  Yolcu beraberinde getirilen eşyada gerçekleştirilen kaçakçılık,
•  Gümrük kapıları haricinde yurda sokulan eşya kaçakçılığı başlıkları altında toplamak mümkündür.

Emniyet kuvvetleri; kaçakçılık suçları ile sürekli ve etkin mücadele etmek, yeni gelişen suç trendlerini ortaya koyarak mücadele yöntemleri geliştirmek/üretmek, ulusal-uluslararası işbirliğinde bulunmak, görev yapan personelin bu nitelikler doğrultusunda sürekli gelişimini sağlamak zorunda olsa da çoğu zaman yeni keşfedilen bir yöntem, daha tam anlaşılamadan yerine bir yenisi ile suçun sürekliliği sağlanmaktadır.

Mücadele ediliyor çünkü;


Bir yandan düşük risk ile yüksek gelirler elde edilmesine imkân sağlaması, diğer yandan da illegal faaliyetlerin sürdürülebilmesi için önemli bir kaynak teşkil etmesi nedeniyle, suç örgütlerinin kaçakçılık suçlarına yöneldikleri bilinmektedir.

Devletlerarası sınırların iletişim teknolojilerinde yaşanan gelişmelere paralel olarak ortadan kalkması kaçakçılık suçlarının uluslar arası boyutta ve organize bir şekilde işlenmesine de zemin hazırlamıştır. Bu durum, işleniş şekilleri ve yöntemleri farklı olsa da kaçakçılık suçlarının ortak özelliklerini oluşturmaktadır.

Sosyo-ekonomik ve kültürel nedenler, politik nedenler ve coğrafi nedenlerin yanı sıra insanların güç ve paraya sahip olma hırs ve arzuları nedeniyle de ortaya çıkabilen kaçakçılık suçları, kamu düzenini bozması, haksız rekabete yol açması, kayıtlı istihdam alanlarının açılmasını ve yerli sanayinin gelişmesini engellemesi, insan ve çevre sağlığı için tehlike oluşturması, siyasi, ekonomik ve sosyal düzeni olumsuz etkilemesi sebebiyle önem taşımaktadır. Bu nedenle kaçakçılık suçları diğer ülkelerin de öncelikli olarak mücadele ettiği suç türleri arasında yer almaktadır. Aynı zamanda kayıt dışı ekonominin en belirgin gelir kaynaklarından olan kaçakçılık suçları, örgütsel olarak işlenmesi ve uluslar arası nitelik taşıması nedeniyle bu suçlarla mücadelede uluslararası işbirliği büyük önem taşımaktadır.

Kaçakçılığın tarihi


İnsan kaçakçılığının tarihi, vize uygulamasının tarihi ile neredeyse aynıdır. İlk uygulamaları Çin seddi zamanlarına kadar gitse bile dünyada vize, ağırlıklı köle ticareti ile bilinmiştir. Yakın tarihte ise 1. Dünya savaşı sonrasında casusluğu önleme amacı ile uygulanmaya başlamıştır. Sonrasında savaştan kaçan sivillerin güvenli bölgelere göç etmesine aracılık etme işleri ile günümüzdeki haline evrilmiş olduğu düşünülmektedir.

Hudut muhafızı ile kaçakçılar Finlandiya-Rusya sınırında. Vasily Hudiakov - 1853
Ticari mal kaçakçılığına istinaden elimizdeki ulaşılabilir net olmayan en eski bilgi ise, orta çağ İngiltere'sine aittir. İngiltere'de kaçakçılık, ilk 1275 yılında I. Edward tarafından ulusal bir gümrük toplama sisteminin oluşturulmasını takiben, 13. yüzyılda gerek ada ile ana kara Fransa'sı arasındaki, gerekse de adanın kuzeyi ile güneyi arasındaki yasa dışı vergilendirilmemiş ticaret sebebi ile tanınmış bir sorun haline gelmiştir.

Orta çağ kaçakçılığı; her ne kadar ağırlıklı yün ve deri gibi yüksek vergili ürünleri hedef almışsa da; 1453'te Fransa'da Gascony'nin kaybı neticesinde şarap ithalatı, ihracatını dengelemediği için ambargolanmış ancak talep neticesinde kaçak olarak talep görmeye devam edilmiştir.
Bilinen ilk deniz aşırı kaçakçılık deneyimi ise Manş denizi (English Channel) üzerinden İngiltere ile Fransa arasında (Calais-Dover) yaşanmış olup bu bölge, bugün bile halen popüler bir noktadır. Öyle ki Birleşik Krallık hudud güvenliği, bugün bu bölgeyi insan tacirlerine karşı heronlarla sürekli gözetlemektedir.

İnsan, uyuşturucu ve silah kaçakçılığı dışında kaçakçılık mevzusu, alınan katı önlemler sayesinde bir kısım birinci dünya ülkeleri açısından bir sorun olmaktan büyük ölçüde çıkmış, suça müdahale sınırdan çok önce başlatılır hale gelmiştir.

Kaçakçılık tipleri


Genellikle iki başlık altında Ticari mal kaçakçılığı ve İnsan kaçakçılığı olarak ele alınır.

A) Ticari mal kaçakçılığı:

Serbest dolaşımı legal otoritelerce yasaklanmış, kontrol altına alınmış-kısıtlanmış veya izne bağlanmış bir mal veya hizmet için arz talep çatıştığında kaçakçılığın meydana gelmesi kaçınılmazdır. Sonuç olarak uyuşturucu kaçakçılığı ve silah kaçakçılığının yanı sıra alkol, tütün, tarihi eser kaçakçılıkları da dünya genelinde oldukça yaygındır.

Bir diğer ticari mal kaçakçılığının nedeni ise ağır vergi ve harçlardır. Örneğin, bir kaçakçı düşük vergi olan bir yerden büyük miktarda sigara alıp vergilerin yüksek olduğu bir yerde çok daha yüksek bir marj ile satabilir. Örnek vermek gerekirse Amerika Birleşik Devletleri içinde bir tır dolusu sigara kaçakçılığı, yaklaşık 2 milyon dolar civarı bir para bırakır.

Organ ve doğal hayata dair türler-cinslerin ticareti de bu suç sınıfında ele alınır.

B) İnsan Kaçakçılığı:

En büyük dramların yaşandığı, kökeni vizenin icadına kadar giden kaçakçılık türüdür. Bunu da kendi içinde "İnsan Kaçırma" ile İnsan Trafiği" olarak ikiye ayırabiliriz.

1- İnsan kaçırma: Kölelik veya insanın yasa dışı olarak çıkar sağlama amacı ile alım satımı ile ilgili olan "İnsan Trafiği" suçundan farklıdır. İnsanların bir yerden bir başka yere yasal olmayan yollardan göç etmeleri için verilen hizmeti tanımlayan kaçakçılık biçimidir.

İnsan kaçakçılığı; baskıcı koşullardan bir kişiyi kurtarmak için de kullanılabilir. Örneğin, Holokost sırasında Yahudiler, Algoth Niska gibi insanlar tarafından Almanya dışına kaçırılmıştı. Ancak günümüzde daha çok gelişmiş ülkelerin gelişmemiş ülkelere koyduğu vize bariyerini aşmak için kullanılır. Zira çeşitli nedenlerden kimi ülkelerin yaşam koşulları diğerlerinden çok daha iyidir. Yaşamı tehdit altında olan veya çok daha iyimser bir tezle daha iyi bir hayat isteyen kimseler, vatandaşı oldukları ülkelerden daha iyi durumdaki ülkelere göç etmek isterler.

Söz konusu göçün, iyi durumda olan ülkenin var olan kaynaklarını daha fazla "yabancı" misafir ile paylaşmak istememesi, yani kendi vatandaşını düşünmek durumunda olmasından ötürü ülkeye giren-çıkan kimseleri kontrol altında tutmak için "vize" denilen bir ülkeye giriş izni sistemi oluşturulmuştur.

Vize; bir devletin dış temsilcilikleri veya sınır makamları aracılığıyla, ülkesine seyahat edecek bir yabancının pasaportuna koyduğu ve bu yabancının ülkesinin sınır kapısına kadar giderek sınır makamlarına "giriş için başvuru yapabileceğini" gösteren bir kayıttır. Bu da, genellikle ekonomik olarak yük olacak göçmenlik niyetindeki kimselere (ve aynı zamanda toplum sağlığı-güvenliğine tehdit oluşturabilecek kimselere) verilmediğinden ötürü göç etmek isteyen insanlar, bu işi meslek edinmiş kimselere ödeme yapar ve söz konusu huduttan illegal olarak geçerler.

2- İnsan Trafiği: Ağırlıklı seks işçisi veya illegal bir zanaatin insan kaynaklarını sağlamak amacı ile, en iyimser öngörü ile de "ucuz iş gücü" amacı ile icra edilen bir kaçakçılık biçimidir.

Bir kaçakçı, belli bir ücret karşılığında bir ülkeye o ülkenin vatandaşı olmayan insanların yasadışı girişini sağlar ancak, kurbanlar hedefe vardıklarında, kaçak kişi serbest kalmaz. Aldatma, dolandırıcılık, tehdit, tecrit, fiziksel tehdit ve güç kullanımı başta olmak üzere, borçlandırma, esir alma ve zorla ilaçlara alıştırma dahil (kimi zaman işkenceye varana kadar) baskıcı taktikler kullanılarak kaçak getirilmiş insanlar üzerinden çıkar sağlanır.

Kurbanların çoğu kadın ve bazen çocuklardır. Ticaretin yasadışı doğası nedeniyle, kesin büyüklüğü bilinmemektedir. 2003 yılında yayınlanan bir ABD Hükümet raporuna göre, her yıl dünya çapında 800,000-900,000 kişinin bu çarka sokulduğu tahmin ediliyor.

Her yıl yüzbinlerce göçmen, sıklıkla tehlikeli ya da insanlık dışı koşullar altında son derece organize uluslararası kaçakçılık ve insan ticareti grupları tarafından yasadışı taşınmaktadır. Düşük gelirli ülkelerde insanlar, iş aramak için gelişmiş ülkelere göçmek için yola çıkıyor. Göçmen kaçakçılığı ve insan ticareti iki ayrı suçtur. "Kaçakçılık" bir kişinin yasadışı yollarda bir ülkeye girişinin kolaylaştırılmasını ifade ederken, "insan ticareti" sömürü unsuru içerir.

Yöntemler


Kaçakçılar; tabuttan, direksiyon simidine, ayakkabı tabanından, kalorifer peteğine, biblodan ampule kadar pek çok eşyayı zula olarak kullanıyor. Özellikle sınır bölgelerine yakın olan yerlerde, kaçak geçirmeye çalıştıkları malları kendi sırtlarına yaptırdıkları özel çantalar veya eşek, at gibi hayvanların üzerlerine yerleştirdikleri özel yapılmış torbalar ile taşıyarak sınırdan geçmeye çalışıyor.

Kamyon, TIR veya binek tipi araçların standartları bozularak, dışarıdan görülmeyecek boyutta yapılan eklentilerle kaçak eşya, mal veya uyuşturucu taşınıyor. “Zula” diye tabir edilen bu eklentiler, hemen her türlü eşyanın yanı sıra araçların modeline göre fark edilemeyecek boyutta yapılıyor. Zulalar genellikle, araçların yakıt depolarına, motor aksamına, farların ve lastiklerin içine, aracın göğüs kısmına ve kamyon, TIR gibi araçların kasalarının alt kısmına yapılıyor.
 
Daha bu yılın başlarında Kapıkule ve İpsala sınır kapılarında, 60 kilo 362 gram eroin, 51 bin 780 adet ecstasy, 35 kilo 396 bonzai gibi uyuşturucu operasyonlarının yanı sıra gelinlikten, klima gazına, sigaradan, cep telefonuna, gümüşten altına yapılan operasyonlarda ele geçen pek çok gümrük kaçağı ticari eşyaya da el konuldu.

Devamı için tıklayın Kaçakçılık - 2...

+ Bu sitede yazılanların hiç biri doğru değildir.

4 Aralık 2012 Salı

NATO Kuruluş Metni

Geçen ay yayınlanan NATO-OTAN yazısına ek bilgidir;

Kuzey Atlantik Antlaşması; Washington DC, 4 nisan 1949


Bu antlaşmanın tarafları, BM yasasının amaçlan ve ilkelerine olan inançlarını ve bütün halklar ve bütün hükümetlerle barış içinde bir arada yaşama arzularını teyid ederler.

Demokrasi, bireysel özgürlük ve hukukun üstünlüğü ilkeleri temelinde bütün halkların özgürlüklerini, ortak miraslarını ve uygarlıkları korumakta kararlıdırlar. Kuzey atlantik bölgesinde istikrar ve refahın geliştirilmesini amaçlarlar. Toplu savunma ve barış ile güvenliğin korunması için çabalarını birleştirmekte kararlıdırlar. Bundan dolayı bu kuzey atlantik antlaşmasını kabul etmişlerdir:

Madde 1 : Taraflar, BM yasasında ortaya konduğu üzere, karışmış olabilecekleri herhangi bir uluslararası anlaşmazlığı, uluslararası barış ve güvenlik ve adaleti tehlikeye sokmadan barışçıl yollarla çözmeyi ve uluslararası ilişkilerinde BM'in amaçlarına aykırı olacak şekilde güç kullanımı ya da tehdidinden sakınmayı taahhüt etmektedirler.

Madde 2 : Taraflar, özgür kurumlarını güçlendirerek, bu kurumların üzerine kurulu olduğu ilkelerin daha iyi anlaşılmasını sağlayarak ve istikrar ile refah koşullarını geliştirerek barışçıl ve dostça uluslararası ilişkilerin daha da geliştirilmesine katkı yapacaklardır. Uluslararası ekonomi politikalarında çatışmayı ortadan kaldırmaya yönelecekler ve taraflardan herhangi biri ya da hepsi ile ekonomik işbirliğini teşvik edeceklerdir.

Madde 3 : Bu antlaşmanın amaçlarına daha etkin biçimde ulaşabilmek için taraflar, tek tek ve ortaklaşa olarak, sürekli ve etkin öz-yardım ve karşılıklı yardımlarla, silahlı bir saldırıya karşı bireysel ve toplu direnme kapasitelerini koruyacaklar ve geliştireceklerdir.

Madde 4 : Taraflardan herhangi biri, taraflardan birinin toprak bütünlüğü, siyasi bağımsızlığı ya da güvenliğinin tehdit edildiğini düşündüğü zaman, tüm taraflar birlikte danışmalarda bulunacaklardır.

Madde 5 : Taraflar, kuzey ABD'da veya Avrupa'da içlerinden bir veya daha çoğuna yöneltilecek silahlı bir saldırının hepsine yöneltilmiş bir saldırı olarak değerlendirileceği ve eğer böyle bir saldırı olursa BM yasasının 51. maddesinde tanınan bireysel ya da toplu öz savunma hakkını kullanarak, kuzey atlantik bölgesinde güvenliği sağlamak ve korumak için bireysel olarak ve diğerleri ile birlikte, silahlı kuvvet kullanımı da dahil olmak üzere gerekli görülen eylemlerde bulunarak saldırıya uğrayan taraf ya da taraflara yardımcı olacakları konusunda anlaşmışlardır. Böylesi herhangi bir saldırı ve bunun sonucu olarak alınan bütün önlemler derhal güvenlik konseyi'ne bildirilecektir. Güvenlik konseyi, uluslararası barış ve güvenliği sağlamak ve korumak için gerekli önlemleri aldığı zaman, bu önlemlere son verilecektir.

Madde 6 : (Yunanistan ve Türkiye'nin katılımı üzerine Kuzey Atlantik antlaşması protokolü'nün) Madde 5 açısından, taraflardan bir ya da daha çoğuna karşı silahlı saldırı, aşağıdakileri de kapsar: - tarafların Avrupa ya da Kuzey Amerika'daki topraklarına, Fransa'nın Cezayir bölgesine (maddesi doğrultusunda değiştirilmiş haliyle. 2 16 ocak 1963 tarihinde konsey, Fransa'nın Cezayir bölgesi söz konusu olduğunda, bu antlaşmanın ilgili hükümlerinin 3 temmuz 1962 tarihinden itibaren uygulanamaz hale geldiğini kaydetti.), Türkiye topraklarına veya taraflardan herhangi birinin egemenliği altında olan ve yengeç dönencesinin kuzeyinde yer alan adalara yapılan silahlı saldırı; - bu topraklarda ya da bu toprakların üzerindeki hava sahasında bulunan, ya da antlaşmanın yürürlüğe girdiği tarihte taraflardan herhangi birinin işgal kuvvetlerinin üslenmiş bulunduğu herhangi bir Avrupa toprağında veya Akdeniz'de ya da yengeç dönencesinin kuzeyindeki kuzey atlantik bölgesinde bulunan tarafların herhangi birine ait kuvvetlere, gemilere, ya da uçaklara yapılan silahlı saldırı.

Madde 7 : Antlaşma, BM üyesi olan tarafların BM yasası uyarınca sahip oldukları hak ve yükümlülüklerini veya Güvenlik Konseyi'nin uluslararası barış ve güvenliğin sağlanması konusundaki temel sorumluluğunu herhangi bir şekilde etkilemez ve etkilediği şeklinde yorumlanamaz.

Madde 8 : Her bir taraf, kendisi ile diğer taraflar ya da üçüncü bir devlet arasında şu an yürürlükte olan uluslararası sözleşmelerin, bu antlaşmanın hükümleri ile çelişmediğini beyan eder ve antlaşma ile çelişen uluslararası sözleşmelere girmemeyi taahhüt eder.

Madde 9 : Taraflar, bu antlaşma'nın uygulanması ile ilgili konulan ele almak üzere hepsinin temsil edileceği bir konsey oluştururlar. konsey, herhangi bir zamanda acil olarak toplanabilecek şekilde düzenlenecektir. Konsey, gerekli gördüğü ikincil organları oluşturacaktır. özellikle madde 3 ve madde 5'in uygulanmasına ilişkin önlemleri önerecek bir savunma komitesi derhal oluşturulacaktır.

Madde 11 : Bu antlaşma taraflarca kendi anayasal süreçleri uyarınca onaylanacak ve hükümleri uygulanacaktır. Onay belgeleri en kısa zamanda ABD hükümetine teslim edilecek, bu hükümet de aldığı her belgeden tüm tarafları haberdar edecektir. Antlaşma, Belçika, Kanada, Fransa, Lüksemburg, Hollanda, Birleşik Krallık ve ABD dahil olmak üzere imzacıların çoğunluğu tarafından onaylanır onaylanmaz, onaylayan devletler arasında yürürlüğe girecektir; diğer devletler açısından ise onaylarının verildiği tarihte yürürlüğe girecektir. (Antlaşma, bütün imzacı devletlerin onaylan verildikten sonra 24 ağustos 1949'da yürürlüğe girdi.)

Madde 12 : Antlaşma 10 yıl boyunca yürürlükte kaldıktan sonra, ya da daha sonra herhangi bir tarihte, taraflar, içlerinden herhangi birinden talep geldiği takdirde, kuzey atlantik bölgesinde barış ve güvenliği etkileyen faktörleri ve bm yasası uyarınca uluslararası banş ve güvenliği korumak amacıyla yapılan evrensel ve bölgesel düzenlemeleri göz önüne alarak, antlaşmanın gözden geçirilmesi amacıyla görüşmelerde bulunacaklardır.

Madde 13 : Antlaşma 20 yıl boyunca yürürlükte kaldıktan sonra herhangi bir taraf, aynlma bildirimini ABD hükümeti'ne vermesinden bir yıl sonra taraf olmaktan çıkabilir. ABD hükümeti aldığı her aynlma bildiriminden tüm tarafları haberdar edecektir.

Madde 14 : İngilizce ve Fransızca metinleri aynı kabul olunan bu antlaşma, Amerika Birleşik Devletleri hükümletinin arşivlerinde saklanacaktır. Onaylı kopyalar, bu hükumet tarafından imzacı diğer hükumetlere iletilecektir.

--------------------------------------------------------

Söz konusu bu kurucu antlaşmanın özellikle üçüncü, dördüncü ve beşinci maddeleri önemlidir. Bu maddelerle üye ülkeler, ortak savunma için yeteneklerini geliştirmeye, herhangi bir üyenin toprak bütünlüğü, siyasî bağımsızlık ve güvenliği tehlikede olduğunda bir araya gelmeyi ve herhangi birine saldırıldığında bu saldırıya hepsine karşı yapılmış bir saldırı olarak kabul etmeyi taahhüt etmişlerdir.

Bu çerçevede belki de en önemli ve tartışmalı madde, NATO'nun görev sahasını belirleyen 6. maddedir. Literatürde "alan-dışılık" kavramıyla anılan bu düzenlemeye göre, NATO sadece sınırları antlaşmada açıkça tarif edilen Kuzey Atlantik bölgesinde meydana gelen saldırılara karşı işlevseldir. Soğuk Savaş'ın sona ermesinden sonra "esnek yorum" yöntemiyle içeriği genişletilen bu madde, özellikle Afganistan müdahalesiyle tamamen işlevsiz kılınmıştır.

+ Bu sitede yazılanların hiç biri doğru değildir.

22 Kasım 2012 Perşembe

NATO - OTAN

Tek merkezden yönetilen bir dünya, tek ordu, tek otorite, tek merkezden yönetilen sağlık ve eğitim sistemi, tek elden yönetilen bir ekonomi. Dünyayı yöneten şirketlerin buyruğu altında yaşayan halklar, herkesin kontrol edilebildiği, izlenebildiği, dinlenebildiği bir düzen... Bunlar; CFR (dış ilişkiler konseyi)’nin İnsanlığın geleceği için hayali olduğu iddia edilir. Bu yüzden dünyanın her yerine dağılmış şirketleri, şubeleri ve onlara gönül vermiş, yanlarında yürümeye yemin etmiş elit destekçileri vardır. Dünya Bankası, IMF, NATO, Birleşmiş Milletler hepsi bu konseyin son derece güçlü olduğu kuruluşlardır.

Anders Fogh Rasmussen
Rasmussen, dün Danimarka başbakanıydı, bugün NATO genel sekreteri. Kendisi CFR’nin kıdemli bir üyesidir. Bugün dünya, mali krizler ve insanların yok yere birbirinin kanını içtiği savaşların acılarıyla sarsılıyor.

Bugün merkezi Brüksel'de, 28 üyeli büyük bir silahlı güç olan NATO, kuruluş misyonunu uzun zaman önce, SSCB'nin dağılması ile tamamlamıştır. Bugün ise CFR üyelerinin yönetimindeki ABD, İngiltere ve AB'nin elinde bir oyuncak olup bunların silahlı çetesi gibi iş görmektedir.

Bu global oluşumun varlığını, özellikle yakın Türkiye tarihine olan etkilerini ve arkasındaki mentaliteyi, biraz daha gerisine giderek inceleyelim.

NATO


NATO (North Atlantic Treaty Organization-Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü) esasen II. Dünya Savaşı sonrası SSCB'yi dışarıda, Almanya'yı terbiye edilmiş hâlde kalkındırmak ve ABD'yi de Avrupa'da tutmak için kurulmuştur. Soğuk Savaş döneminde Batı İttifakı olarak da bilinirdi çünkü o dönemde ABD kongresi ve kamuoyu, ülkelerinin Avrupa ülkeleri arasındaki ilişkilere karışmasını istemiyordu.

1949'da Washington Antlaşması ile kurulan NATO, bir kollektif savunma örgütüdür. NATO'nun kuruluşuna karşı, SSCB ve Doğu Bloğu ülkeleri kendilerince 1955'te Federal Almanya'nın NATO'ya alınması ile birlikte Varşova Paktı'nı kurmuşlardır. Böylece Soğuk Savaş olarak anılan ve 1991'de Varşova Paktı'nın kendini lağvetmesine kadar süren kutuplaşma en olgun halini almıştır.

Türkiye 1952 yılında Kore savaşı ile birlikte NATO'ya kabul edilmiştir. 1950'li yıllarda İtalya'dan başlayarak NATO ülkelerinde “Gladio” adında gizli özel harekat daireleri kurulmuştur. Bu birimler ülkelerdeki devrimci sol hareketler başta olmak üzere her tür muhalefete karşı bir önlem olarak oluşturulmuştur. Bu birimler aynı zamanda derin devlet kavramının da ortaya çıkmasında büyük rol oynamıştır.

Gladio ve Türkiyedeki Kontrgerilla yapılanması..


Gladio, ABD kontrgerilla örgütlenmesi olan "Stay Behind" tarafından 1952 yılında kuruldu. CIA tarafından yönetilen ve finanse edilen örgüt, 1956 yılında ABD ile işbirliği içinde, casusluk ve gerilla savaşı yapmak üzere örgütlendi.

Türkiye'de önce "Seferberlik Tetkik Kurulu" adıyla örgütlenmiş, sonra doğrudan Genelkurmay Başkanlığı'na bağlı "Özel Harp Dairesi" çatısı altında ve bunun sivil uzantısı olarak faaliyet yürütmüştür.

Türkiye'de Kanlı Pazar, 12 Mart Muhtırası, 12 Eylül Darbesi, Kızıldere olayı, Kanlı 1 Mayıs, 16 Mart Katliamı, Bahçelievler Katliamı, Maraş katliamı, Savcı Doğan Öz cinayeti, Bedrettin Cömert cinayeti, Abdi İpekçi suikastı, Kemal Türkler suikastı, Ecevit'e yapılan suikast girişimleri ve Turgut Özal Suikasti gibi nice olayda yer aldığı ve kamu güvenliğini tehdit edip yasa dışı eylemlerde bulunduğu düşünülüyor.

Gladio’nun gerek Türkiye’de, gerekse Türkiye dışında işlediği suçlar, bu kurumun bir çok ülkede lağvedilmesine sebep olduysa da Türkiye dahil bazı ülkeler, henüz bu gayri resmi suç oluşumundan kendini kurtaramamıştır.

SAVCI DOĞAN ÖZ CİNAYETİ (*)

Kontrgerilla örgütlenmesi üzerine araştırma yaparken 24 Mart 1978’de öldürülen Savcı Doğan Öz’ün eşi Sezen Öz, Habertürk’te Özge Özsağman’ın sunduğu 1 Gün programına katılarak kocasının öldürülmesi ve söz konusu araştırmasıyla ilgili önemli açıklamalarda bulundu. Öz programda eşinin, dönemin Başbakanı Bülent Ecevit'e sunmak üzere hazırladığı kontrgerillayla ilgili raporu da kamuoyuna sundu.

"Yıllarca içimizde çöreklenen bu acılar inşallah bitsin" diyerek sözlerine başlayan Sezen Öz eşini söz konusu araştırmaya yönlendiren süreci şu sözlerle anlattı: "Bir öğrencinin öldürülmesiyle igili soruşturmada sanığın ifadeleri sırasında fark ettiği özellikler oldu. Bunlar ifadelerinde kendilerini azmettirenleri söylemiyorlar fakat ne için öldürdüklerine de açıklama getirmiyorlar.

Bunlar kafasını işgal ediyor. Eşi olmama rağmen bana da çok fazla açıklama yapmadı. 'Bu işlerin arkasında bir parti gözüküyor' dediğim zaman 'çok çok ötelere gidiyor Sezen, çok tehlikeli' dediği bir cümlesini çok net hatırlıyorum. Bir kez ben de korkuyorum' dedi. Çok tehdit alıyordu."

RAPORDA MHP VE CIA'İN ADI GEÇİYOR (*)

Özge Özsağman programda Savcı Öz'ün iki sayfalık raporundan öne çıkan kısımlarını okudu. İşte rapordaki çarpıcı bölümler: "Bütün çalışmalar içerisinde askeri ve sivil güvenlik güçleri vardır. Kontrgerilla Genelkurmay Harp Dairesi’ne bağlıdır. Kontrgerilla il ve ilçelerde seferberlik işlerini yürüten kurum olarak askerlik şubelerince yönetilmektedir.

Bu konuda en çok aşamalı eğitimden geçen astsubaylar kullanılmaktadır. Sivil güvenlik güçleri içerisinde de MİT elemanları ve I. Şube görevlileri kullanılmaktadır. Her iki kesimde de gerillaya karşı eğitim (O inanç vardır ki goşist-sol hareketleri de bunlar yönlendirmekte sonra da bunlara karşı savaşım vererek tabanı kazanmakta ve demokrasiye karşı olan eğilimleri geliştirip örgütlemektedirler).

(…)Bütün bu çalışmalar siyasal planda MHP ve onun kadrolarınca yönetilmektedir.

(…) Gerçekten de yerel seçimlerde motorize güçlerce hareketli bir grup oluşturma ve kırsal kesimde yerel yönetimlerde kazanılan mevzilerle şimdiden iktidar olmanın gerekleri, iklimi ve ortamı yaratılmaktadır.

(…) Bu genel çerçevede cinayetleri şiddet ve anarşik eylem nitelendirmelerini daha iyi anlamak olasıdır. Konuya bu kapsamda yaklaşılmadıkça, öncelikle can ve mal güvenliğini sağlamak, şiddet ve anarşi eylemlerini kaynağında kurutmak olanak dışı olduğu gibi demokrasiyi tek seçenek olmaktan çıkartarak bütün kurumlarıyla faşizmi kökleştirmek de gündeme gelecektir. Gerçekten de şiddete karşı halkı örgütleme, kitleler içinde şiddeti yoğunlaştırmamayla olanaklıdır.

Bazı goşist-sol akımlar, gerçek hedefmiş gibi gösterilerek, hedef saptırılarak sıkıyönetimi çağırma, seçimle, olmazsa darbeyle iktidar olma, demokratik yaşama biçimini yok ederek halkı sömürme seçeneği tek seçenek durumuna getirilme çalışmasıdır yapılan.”

(…) Legal yan kuruluşlarda başarılı görünenler illegal çalışmalara yönelmektedirler. Bunlar bu işi aynı zamanda 10 bin TL’den başlayarak ayda 30 ila 40 bin TL’ye kadar varan aylık ücretler de almaktadırlar. Bunun için mali kaynaklar, okul ve yurtlardaki öğrencilerden alınan ayda 50 TL’lik ödentilerle bağışlar, mahalle esnafından ve küçük zanaatkarlardan alınan bağış ve ödentiler, işe yerleştirilenlerden alınan rüşvetler ya da maaşın belli bir miktarı, mahalle arasından evlerden alınan bağışlar, devlet ihalelerinden alınan yüzdeler, silah, afyon kaçakçılığıyla, beyaz kadın ticaretinden vurulan vurgunlar, bazı iş çevrelerinden alınan bağışlar, CIA, AİD ve SAVAK gibi kuruluşlardan yapılan desteklemeler."

(*) http://www.zekirdek.com/forum/262039-cia-mhp-kontrgerilla-iliskisi.html

NATO, Soğuk Savaş sonrası Gladio kurumlarının dağıtıldığını iddia etse de, bu birimlerin şu anki durumu hakkında kesin bir bilgi bulunmamaktadır.

Dünyadaki en geniş global terör örgütü: Modern Haçlı Ordusu..


NATO, ABD (ve ABD kontenjanından dolayı dolaylı yoldan İsrail), Birleşik Krallık ve AB'nin çıkarları için faaliyet gösteren bir toplama ordudur.

ABD, potansiyel rakipleri olan Çin, Rusya ve Hindistan'a karşı stratejik hamleler yapmaya hazırlanıyor. Bu anlamda Afganistan'ın, Irak'ın işgali için uydurulan bahanelerin tutarsızlığı, kimsenin inanmamış olmasına rağmen savaş açılmasının anlamı ortaya çıkıyor.

ABD, hegemonik gücünün sınırlarının farkında olduğu için öngörülebilir düzeyde bir rekabete hazırlık yapıyor. 11 eylül saldırıları bu hazırlığın işaret fişeği işlevi gördü. Yoksa asimetrik savaş kavramsallaştırmasının arkasına sığınarak, terörle küresel savaş adına "ya bizimlesiniz ya düşman" retoriği ile gücünü herkese dayatma ihtiyacı duymazdı. ABD; bir yanda Çin ve Rusya'yı kuşatırken diğer tarafta Irak'a yerleşerek ortadoğunun enerji kaynaklarını askeri olarak da elde tutmasının hedeflerinden biri de AB'dir.

Bu anlamda NATO, ABD ve AB arasındaki rekabeti özel ilişkiye dönüştüren ortak payda işlevi görmektedir.

Türkiye'nin NATO'da yeri..


Türkiye, bugüne kadar NATO'ya üye olmanın hiç bir faydasını görmemiştir. Üstüne kontrgerilla gibi Türkiye tarihinde acılarla dolu deneyimlerin yaşanmasına da sebep olmuştur.

Türkiye, zamanında NATO'ya komünizm tehlikesi ve SSCB tehdidi yüzünden katılmıştı. Türkiye, üyelik bedelini, Kore savaşına katılıp yüzlerce şehit vererek ödemişti. Bugün Türkiye, NATO'daki 2. büyük ordudur ancak organizasyondaki rolü, sadece "bakın aramızda müslümanlar da var" diyebilmek ve asker-üs-destek v.s. lazım olduğunda faydalanmak amaçlıdır.


Bugün Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, esasen 5 daimi üyenin kontrolündedir. Bunların 3'ü NATO üyesi ABD, İngiltere, Fransa olup diğer ikisi, tehdit olarak görülüp NATO'nun da kuruluş amacı olan Rusya ve onun müttefiki Çin'dir. Dünya silah ticareti piyasasındaki silah ve mühimmatların neredeyse tamamı; bu 5 ülke orijinlidir. Bugün; güvenlik konseyinde bu 5 ülke, aynı fikirde olmadığı müddetçe NATO asla bir faaliyette bulunamaz. Bu tezden hareketle NATO'nun artık amacı dışında varlığını devam ettirdiğini ve günümüzün modern haçlı ordusu olan NATO bünyesinde, Türkiye'nin yerinin olmadığını rahatlıkla iddia edebiliriz.

NATO üyesi bir Türkiye, hem İsrail'in politikalarının yanlış olduğunu, hemde ülkesine İsrail ve diğer Avrupa ülkelerinin güvenliği için füze kalkanı sistemi kurulmasını savunmak durumundadır. Bu bile NATO'nun Türkiye'yi ne derece komik bir pozisyona soktuğunu görebilmek için yeterli bir argümandır. Bugün kimse, NATO'nun Dünya'yı daha yaşanılır bir yer yapmak ve barışa hizmet etmek adına varlığını sürdüren bir kurum olduğunu iddia edemez.

PS: NATO kuruluş metnini inceleyiniz.

+ Bu sitede yazılanların hiç biri doğru değildir.

19 Kasım 2012 Pazartesi

İktidarın el değiştirdiği yer


Herşey vatan için..


Mafya; Sicilya kökenli bir oluşum olup, 19.yy başlarında bazı geniş ailelerin birbirlerine adı konmamış çıkar savaşlarına girmesi ile tarihte yerini almıştır. Kelime olarak; yasa dışı işlerle uğraşan, zor kullanarak birtakım gizli çıkarlar sağlayan, çoğunlukla gizli ve hiyerarşik bir teşkilatlanmaya dayalı örgüt ya da örgütler topluluğuna denir.

Bu biraz yumuşak bir yazı olacak zira konumuz az hassas. Bu sebeple sadece lise hatıralarımı anlatmak istedim. Satır aralarını okuyanlar elde etmeleri gereken bilgileri elde edeceklerdir.

Kurulu düzene çomak sokmak..


Devletler, tarih boyunca öyle ya da böyle bir şekilde bu tür yapılanmalardan (Ek bilgi: Mafya öncesinde de beylik, kabile ve aşiretlerin desteklerini alarak işler ilerliyordu) faydalanmışlar ve karşılığında onların bir takım oluru olmayan işlerine göz yummuşlardır.

Devlet iktidarının bittiği yerde mafya başlar ancak bu; devletin buna göz yumduğu ve çıkarlar çatıştığı yere kadar geçerlidir. Gerçi bizler bunu daha lisedeyken aslında çözebilmiştik.

Gerek Türkiye için, gerekse de benim için 90'lar gerçekten de ilginç yıllardı. Derin devlet, gladio, örtülü ödenek, hayata dönüş operasyonları, madımak oteli, başbağlar katliamı, taranan kahvehaneler, gazi olayları, 28 şubat günleri, kanlı mı olacak kansız mı olacak bekleyişleri, tutanın elinde kalan bankalar, şehir alınıp şehir verilen terör çatışmaları, Tarkan'nın yıldızının parlaması, Sibel Can'ın Miami'de ev alması, THY'nin ABD'ye TK01 seferlerine başlaması, Fadime Şahin'in dramı, kontr-gerilla, ülkücü mafya, kürt iş adamları, susurluk, herşey vatan için, devlet için şerefiyle kurşun atanlar ve yiyenler v.s. v.s. v.s.

Bizler o zamanlar ergendik. Bilmem hala var mı ama o yıllarda okul tuvaletlerinde sigara içilirdi. Bizlere göre o zamanlar bu eylem, dünyanın en zevkli aktivitesiydi. Zira kat nöbetçisi öğretmenler de koridorda içerdi. Neticede sigara içilen yıllardı.

3 kat aşağıda bulunan ofisinden müdürümüz bu işe çok kıl olurdu. Bu sigara mevzusu öyleydi ki tuvaletler duman altı olurdu. Öğrenciler normal ceket cebinde sigara ile gelirlerdi okula iş o derece zıvanadan çıkmıştı.

Ne kadar baskın da yapılsa, ne kadar üst araması da olsa o sigara, içilmeye devam ediliyordu.

Bir gün yine teneffüste tuvalete gittiğimde ilginç bir manzara ile karşılaşmıştım. Ortalık pırıl pırıldı hayret ettim ve içeri girip sigaramı yaktım. Çok geçmeden bir öğrenci gelip beni uyardı "akrep geliyor lan ne yapıyorsun". dedim ne akrebi lan, o sırada duvarda bir yazı dikkatimi çekti "tuvalette sigara içmek yasaktır. imza akrep".

Bu Akrep denen öğrenci, okuldaki reismiş. (Bilmeyenler için ek bilgi; Türkiye'de bir takım faşist yapılanmaların okul benzeri yerlerde terör estiren kollarının yöneticisine Reis denir.) Dedim olmaz tüm gün kafam atar içerim ben sigaramı. Sigara içtikten sonra bu Akrep hayvanı sınıfıma gelip bana saldırdı. Kavga ederken de nöbetçi öğretmen buna şahit olmasına rağmen sırtını dönmüştü.

Herşey gayet açıktı. Okuldaki disiplinsizliğin üstesinden gelemeyen okul müdürü mafya'dan yardım almıştı. İndim müdürün odasına. Kendisi yerinde yoktu. Muavinine gittim ve öğrenciden ve ona göz yuman öğretmenden şikayetçi oldum. Haliyle disiplin kuruluna sevk edilen ben olacaktım. Bunun bilincinde olarak babam ve bir avukatla bu konuyu konuştum ve kendim gibi dört satılmamış şahit (ki kendilerininde çıkarına çünkü hepsi içiciler) daha bularak şikayetçi olduk. Kurula çıktığım gün avukatım da okula geldi ve il milli eğitim bakanlığına verilmiş dilekçenin de bir kopyasını getirdi. Kurul ya olduğu gibi soruşturma geçirip haritadan yer beğenecekti ya da olan olayın bilgileri dışında geliştiğini iddia edip bana saldıran Akrep hayvanının okulla ilişkisini kesecekti.

Okul müdürü, neticede yapması gerekeni yaptı ve konu kapandı.

Nisan ayı gelmişti. Teneffüste yine tuvalete girdim ve yine aynı duman altı olmuş ortamda yine aynı şekilde sigaramızı içtik. Her şey eskiye dönmüştü. Bu Akrep hayvanı ise okul kapısının dışında sivil kıyafeti ile tekere soktuğu çomağı teker kırmış bir vaziyette "ben ne yaptıysam devlet için yaptım şimdi niye atılan dışlanan ben oldum" diye boş boş bakınıyordu.

Devlet için kurşun atan da yiyen de şereflidir demişti bir devlet büyüğümüz o zamanlar televizyonlarda. Unutulan şey ise, devletin işine yaradığın ve çıkarlar çatışmadığı sürece şerefli olduğundur...

+ Bu sitede yazılanların hiç biri doğru değildir.

12 Kasım 2012 Pazartesi

Lord of war / Savaş tanrısı

Business.. Business..


Andrew Niccol'in yönettiği, Nicholas Cage'in oyunculuğunda zirve yaptığı 2005 tarihli bu filmi ilk izlediğim yıllarda yok daha neler derken, bugün dönüp tekrar baktığımda bu daha ne ki dedim.

Bunca yıllık uluslararası ticaret ortamından edindiğim yegane deneyim, aslında dünyada binlerce potansiyel ve potansiyelinin farkına varmış Yuri Orlov olduğudur. Ancak her şey filmlerde göründüğü gibi değildir. Bu tür kimselerin ülkemizde de olduğunu, hatta herkesin tanıdığı bildiği kimseler olduğunu belirteyim.

Alım-Satım..


Dünya silah piyasasında dolaşımdaki mühimmat ve silahların neredeyse tamamının "Birleşmiş milletler güvenlik konseyi" daimi üyesi 5 ülke (A.B.D., İngiltere, Fransa, Çin, Rusya) orijinli olması bir tesadüf değildir.

Silah piyasası o kadar pervasızdır ki aslında alım-satım ilanları bile medyada çok rahat yer bulur. Sadece dili az farklıdır.

Örneğin geçtiğimiz Nisan ayında dünyanın en çok satan ölüm makinesi AK-47'nin (bildiğimiz keleş) bir numaralı imalatçısı hakkında söyle bir haber medyada yer aldı. Bu; AK-47'nin üreticisi Izmash şirketinin iflasını konu alan bir haber.

Ondan yaklaşık altı ay sonra kasım'da ise Rus ordusunun yeni nesil piyade tüfeği tanıtılmış. Mevcut AK-47'nin oldukça geliştirilmiş bir modeli olan bu silah için medyada şöyle bir haber yer aldı.

Haberleri okumasını bilen birinin bundan anlaması gereken; Rus ordusu eski Kalaşnikof'ların alımını durduruyor ve yeni nesil Kalaşnikof kullanımına geçiş yapıyor.

Haliyle koca Rus ordusunun şu an için kullanımındaki ve depolardaki on binlerce, belki de daha fazla AK-47'si yeni müşterilerini bekliyor. Bunun sinyalleri ise çok daha önceden, 2011 yılının ekiminde söyle bir haber ile verilmiş.

Filmde anlatıldığı gibi "Lord of war" olmak, basit silah kaçakçılığı yapıyor olmaktan çok farklıdır. Onu yapanlar zaten eşek sırtında, tır dorsesinde sınır ticareti yapan, kendilerine "kaçakçı" diyen kimselerdir, fazla göze batmadıkları sürece ihbar edilmezler de.

"Lord of war" olmak; bir silah tüccarı olmak da değildir. ondan da daha fazlası olmaktır. Çatışmaları besleyen, sürdüren, sıcak tutan, hatta savaş çıkaran-bitiren ve bir yerde sevk ve idare eden olmaktır.

İşe başlıyoruz..


Türkiye'yi tamamen hariç tutarak konuşmak gerekirse bu tür kimseler açık açık bir dükkan-ofis açıp "bilmemneoğlu silah ticaret ltd. şti." gibi bir şirket sahibi kimse değildir. Böyle bir şirketleri varsa bile sadece tek şirketleri bu değildir. öncelikle ya medya ile içli dışlı olur, ya da direk medya patronu olup gündem belirleyen elinde güçlü bir halkla ilişkiler aygıtı barındırırlar. Çok tuhaf akrabalıkları vardır. Ailesinde ne alaka diyebileceğiniz kimselere kız vermiş, kız almış, karısını boşayıp evlendirmiş, gelin almış kimselerdir. Esasen halk nezdinde (ya da ticari-siyasi ortamda) çok itibarlı kimselerdir. Düğünlerine cenazelerine ne alaka diyebileceğiniz kimseler gelir-giderler. Holding-grup şirketi websitelerini incelediğinizde genelde ticari, sınai, enerji, medya, eğitim, finans v.s. bir çok sektörde var olan yatırımlarını inceleyebilirsiniz.

Dananın kuyruğunun koptuğu nokta ise aslında (çoğu zaman belirtmezler) güvenlik-savunma alanında da şirketlerinin olduğu, hatta askeri araç üretimi yaptıklarıdır. Kimisinin ise bir takım "anglo-sakson" savunma (savaş sanayisine savunma sanayisi demek bir defa ironinin en önde gelen örneğidir ya neyse) şirketlerinin mevcut ülkenin mümessilliğini yapıyor olduklarıdır. Elbette bu şirketlerin hiç birisi %100 yerli sermaye değildir. Bunlar ve benzeri haberler medyada asla yer almaz.

Eminim bir çok kişi; Amerika'dan savaş helikopteri alınacağı zaman Amerika'daki şirkete e-mail yazıp fiyat teklifi istendiğini falan zannediyordur. Gerçekte olaylar elbette farklıdır. Helikopter üreticisi şirketin (örneğin senato onayından sonra) söz konusu ülkedeki mümessilliğini yapan şirketle tüm işler halledilir, rüşvet teklifleri edilir ve iş bitiminde ödenmesi gereken "kar payları" ödenmesi gereken kimselere "20-25 gibi gitmesi gerekir".

Çoğu zaman bu tür şirketler, bunun finansmanını da sağlarlar. Yıl sonu deli kar rakamları açıklayan bir kısım bankalar emin olun sadece bireysel-kurumsal kredi satarak, o ülkenin halkının şikayetçi olduğu hesap işletim ücretleri, havale-eft ücretleri v.s. ile o kadar para kazanamazlar.

Merak edenler için; olayın vicdan kısmını unutun. filmde kadın, kocasını bu işi yaptığı için terk ediyor ama aslında bu tür adamların karısı ya da karıları kendilerini hayır işlerine adamış, kafayı sokak köpeklerinin korunması ile bozmuş, kimsesiz çocuklar yararına kermes düzenlemekle oyalamaktadırlar. Kendilerine kocalarının ne iş yaptığını sorarsanız "ünlü iş adamı bilmem ne" diye bir cevap alırsınız. Yani ne iş yaptığını ya bilmezler ya da bilseler bile akşama gidecekleri kokteyle yetişmek kimseyle pişti olmamak için terzileri ile randevuları vardır, sizinle uğraşamazlar.

Bu cemiyet tamamen kan ile beslenir. Bunların sayesinde bir yerlerde birileri birbirlerini yerken bunların yaşadıkları lüks öylesinedir ki çoğunuz hayalini bile göremezsiniz. Bu kimseler tamamen kendilerini vergisini ödeyen, namuslu, istihdam sağlayan güzide bir iş adamı olarak görüp az utanması olanı "savunma hakkı kutsaldır" derken tamamen utanma mekanizmasından yoksun olanları "biz ticaret yapıyoruz" söylemine inanmışlardır.

Günümüzde gündemi işgal eden bir takım savaş söylentilerinde "x'in x'i işgal etmesinde ne gibi bir çıkarı olabilir ki anlayamıyorum" ya da "bu terör neden var anlayamıyorum" diye söylenen kimselerin unutmamaları gereken nokta, yakılan her bir mermi ya da topun para yazdığıdır.

Allahtan ülkemiz bu kadar bozuk insanların yaşadığı bir ülke değildir. Hiç olmamıştır.

+ Bu sitede yazılanların hiç biri doğru değildir.

29 Ekim 2012 Pazartesi

Şirket kuruyoruz arkadaşlar

Doğan masum bir bebeği azmış bir şeytana dönüştüren hayat..


Hiç düşündünüz mü namuslu bir iş adamı nasıl birden bir Şeytana dönüşür? Ben çok merak ederim. Zaten başıma ne geldiyse hep meraktan geldi.

Tamamen hayali bir dünya kuralım kafamızda. Diyelim ki bir aile şirketimiz var. Kamyon damperi imal ve ihraç ediyoruz. İşlerimiz ihracat sebebi ile güzel gidiyor ve yeni yatırımlara bile yöneliyoruz.

Diğer yandan; X kıt'asında X ülkesinin limana sınırı yoktur ve tüm ticaretini komşu ülkenin limanından sağlıyordur. Haliyle de bu kamyonculuk hususunda çok iyi bir pazar oluşmuş durumda ve biz de ağırlıkla -hatta neredeyse sadece- bu ülkeye çalışıyoruz. İşlerimiz gittikçe büyüyor. Sipariş yetiştiremiyor, paraya para değil tabiri caizse "Mahmut" diyoruz.

Elbette yılların getirdiği bu kamyon trafiği, hava kirliliği v.s. bir yana o ülkede bir çok trafik kazasına da sebep olup büyük bir sorun haline yavaştan gelmeye başlıyordur.

Söz konusu ülkenin devleti bir gün karar alır ve bundan sonra liman ülkesi ile X ülkesi arasında tren seferi yapılmasına ve bunun için de bir demir yolu hattı açılmasına karar verir. Bunun açılması otomatikman bizi iflas ettirmese de süründürür ve uzun vadede bitirir. Çünkü yurt içi pazarımızda bu kadar talep yok bu ürünlere. Zaten bir çok üretici var ve hepimiz kendinizi bu pazara göre ayarlamışız artık.

Bir gün aynı işi yapan bir arkadaşımız arar ya da tv izlerken fark ederiz ki aslında o X ülkesinin bir takım sorunları var bu inşaatla ilgili. Demir yolu  bu iki ülke arasında bir kabilenin yerleşim yerinin içinden geçecek ve kabile de uzun yıllardır bağlı olduğu ülkeden bağımsızlık istiyor ama yoksulluk, baskı, ezilmişlik ve işi bilmemek gibi nedenlerden sesini yükseltemiyor. Demir yolunun bu dağlık ülkede başka yerden geçirilmesinin yolu neredeyse ya imkansız, ya da altından kalkılamayacak kadar aşırı maliyetlidir.

Kimse ne işini kaybetmek ister ne de alıştığı rahatı. İş sahibi olanlar iyi bilir ki bir işi kurmak ne kadar zorsa bitirmek de zordur. Nice babayiğitler bu bunalımların altından kalkamayıp intiharı seçmişlerdir.

Günü gelip tamamen işimizi kaybedeceğimizin bilincinde, psikolojimizin bitmiş olduğu ve çareler aradığımız bir anda sektörden birini arar ve toplanalım deriz. Toplasak 20 tane ufak işletmeyiz aslında. Bir hesap yaparsak her bir kamyon damperinden örneğin ortalama USD6.000 kar elde ediyoruz.

Pamuk eller cebe..


Diyelim ki yılda her birimiz en az 70 tane damper satıyoruz bu bölge ülkelerine. Sadece buralardan elde ettiğimiz karların yarısını ortak bir havuza aktarırsak hepimizin toplamı ayda ortalama USD300.000 eder.

Her ay bu USD300.000 meblağı bu organizasyon için harcayarak o kabileyi "aslında sizler özgürlük hak ediyorsunuz ama bu kapitalistler sizin hakkınızı yiyor, anadilinizi yasaklıyor, sizi yok etmek-bitirmek-sömürmek istiyor" diyerek kışkırtıp, know-how verebilecek kimseleri araya koyarak onları eğitip, lojistik ve silah sağlayıp, bu haklarını kaos yaratarak elde edebileceklerine inandırıp diğer yandan bu demir yolunun kurulmasını engelleyebiliriz.

Çıkarlarımız için başına bunca çorap ördüğümüz egemen X ülkesinde de bu pastadan pay almak isteyenler (dahili bedbahtlar) ve işbirlikçilerimiz olacaktır. Bunları beslemekle uğraşmamıza bile gerek yok. İşlerimiz yürürken bunlara da para kazanacakları iş sahaları bırakmamız yetecektir. Yetmezse yanında bir de getirip kendi ülkemizde yedirip içirip memnun eder, İsviçre'deki hesabına harçlığını koyarız.

Aralarından namuslular çıkar da tezgahımızı bozmak isterlerse kimseye müsamaha göstermeyip, tabiri caizse aleme ibret etmemiz gerekir.

Bu şekilde sistemi bir defa oturtursak, bir de üstüne ülkedeki eylemler yüzünden yakılan harap olan kamyonlar yerine yenilerinin siparişlerini de almakla iyiden iyiye şeytanlığa geçiş yapmış olup, kapasitemizi daha da büyütüp, kurumsallaşıp artık paraya değil, "Franklin" demeye başladığımız an o andır.

Artık ondan sonra ne o X ülkesi gurur yapar isyancı kabile ile sorunlarını çözer, ne o demir yolu kurulur, ne de biz bir daha iflah oluruz.

Burada örneğini verdiğim kıçı kırık 10 tane kobi'nin kendi aralarında isterlerse yapabilecekleriydi. Gerçek hayattaki örneklerini de siz düşünün...

+ Bu sitede yazılanların hiç biri doğru değildir.

15 Ekim 2012 Pazartesi

Suriye yolcu uçağının Ankara'ya indirilmesi

Suriye Havayolları'na ait bir yolcu uçağı, Türkiye hava sahası üzerindeyken Türk savaş uçakları tarafından Ankara Esenboğa Havalimanı'na indirildi.




10.10.2012 tarihinde Moskova-Şam seferini yapan yolcu uçağı, silah taşıdığı şüphesi ile zor kullanılarak Ankara'ya indirildi. Uçakta mürettebat dahil 37 kişi vardı. Yapılan aramalarda bir kaç tane büyük koli bulunduğu açıklandı.

Ulaştırma bakanı Binali Yıldırım, Suriye uçağının Ankara'ya indirilerek kontrol edilmesinde Türkiye'nin ulusal ve uluslar arası sözleşmelerden kaynaklanan hakkını kullandığını söyledi.

Başbakan R.T.E. ise "çakı bile götüremezsiniz" diyerek çıkıştı.

Benden duymuş olmayın ama bunlar sadece, uçağın içindekileri gördükten sonra Türk yetkililerin yüzünün mor rengini kapatmak için verdiği beyanatlardan fazlası değildir. O uçakta silah ya da mühimmat ve bunların imalatında kullanılan bir şey çıkmadı. Hatta bunun hırsının yolcu ve mürettebattan çıkartıldığı da söylenenler arasında.


Ancak şu da var..


Başta yapılan müdahale için her ne kadar bizimkilere (zira sevk edilenler silah bile olsa ortada egemen bir devletin bir başka egemen devletle arasında ticareti söz konusu) saydırsam da, esasen olayın gelişiminde bir takım ilginç hususlar vardır.

Söz konusu yolcu uçağının kule konuşma kayıtları dinlendiğinde anlaşılacağı üzere pilot'un ingilizce bilmiyor gibi davranıp bir takım şüpheli hareketler sergilediği anlaşılıyor. Kendilerine "dönebilirsiniz" denildiği halde ısrarla T.C. hava sahasını kullanmak istiyor.

Kaldırılan F-4 savaş uçakları (siz Anadolu Ajansının haberine bakmayın. Evet F-16 değil. Bugün bir F-16 kaldırmak kaça mal oluyor biliyor musun?) söz konusu yolcu uçağını inmeye zorluyor ve uçakta yapılan aramada her ne kadar ıvır zıvır bir şeyler bulundu diye saçmalansa da bulunan ciddi anlamda bir şey yok.

İstihbaratı veren CIA birimleriydi. Bu daha sonra medyada yer buldu. Tahminen birileri ya CIA ile çok pis dalga geçti ve "hassas sevkıyat" var gibi göstererek bünyesinde ajan avına çıktı, ya karşı tarafa bir nabız (evet bizim f-4 gönderip karşı taraftan cevabını almamız gibi) yoklaması yapıldı, ya da bir yerlerde çok sağlam tonajlı bir sevkıyat gerçekleşti ve kimse şimdilik yediği kazığın rengini göstermiyor.


Bu olay dünya basınında da çok renkli başlıklara sebep oldu. Bunlardan bazıları;


RUSSİA TODAY: Rus televizyonu internet sayfasında verdiği haberde, Türk yetkililerin, savaş uçakları eşliğinde indirilen Suriye uçağındaki yolcu ve mürettebata zorla bazı belgeler imzalattığını ileri sürdü. İmzalatılan belgelerde, uçağın "acil iniş" yaptığı ve Türk savaş uçaklarının müdahale etmediğinin yer aldığı iddia edildi.

Russia Today televizyonuna telefonla açıklama yapan yolcu uçağının hosteslerinden Şerin Aziz, "Uçaktaki dört kişi darp edildi. Belgeleri imzalamak istemeyen iki yolcu ve iki mürettebat darp edildi. Bu belgelerde ne yazılı olduğunu anlamadık. Kaptan pilotun hayatından endişe ettik. Kaptan pilot, 'acil iniş' belgelerini imzalamaması halinde gözaltına alınmakla tehdit edildi" dedi.

VESTİ: Rus Vesti televizyonu, Türkiye 17 Rus vatandaşının da bulunduğu Suriye uçağını 9 saat boyunca Ankara'da alıkoydu. Ancak Rus diplomatlara uçakta bulunan kişilerle görüşme izni verilmedi. Rusya'nın Ankara Büyükelçiliği Sözcüsü İgor Mityakov, aralarında çocukların da bulunduğu Rus yolculara yardımcı olmak için havalimanına giden Rus diplomatların vatandaşlarla görüşemediği söyledi.

Moskovski Komsomolets gazetesi de Ankara'daki Suriye uçağı olayı için "Türkiye'yi Rusya'dan gelen uçak korkuttu' başlığıyla verdi. Haberde şu görüşe yer verildi: "Ankara olağan dışı karara imza attı. Suriye-Türkiye krizi önceki gün ilk kez doğrudan Rusya'yı etkiledi. Türkler aramadan sonra uçağı serbest bıraktı, ancak şüpheli maddeler bulduklarını da ilan ettiler."

DER SPİEGEL: Alman Der Spiegel dergisi internet sayfasında, Türkiye ile Suriye arasındaki "uçak indirme kriz"ini "Türkiye Suriye uçağındaki Rus askeri araçlara el koydu" başlığıyla verdi. Haberde, Moskova'dan Suriye'ye giden yolcu uçağının Türk savaş uçakları tarafından zorla Ankara'ya indirildiği belirtilerek, Türk güvenlik uzmanlarının, Suriye uçağında geniş çaplı bir arama yaptığı ve Esad'a gittiği iddia edilen Rus askeri araçlarına el koyduğu vurgulandı.

THE GUARDİAN: İngiliz Guardian gazetesi de, "uçak krizi"ni "Türkiye Suriye yolcu uçağını zorla indirdi" başlığıyla verdi. Gazete, Türkiye'nin, Suriye yolcu uçağını "sivil olmayan kargo" taşıdığı istihbaratını gerekçe göstererek indirdiğini yazdı. The Guardian ayrıca, Suriye yolcu uçağının zorla indirilmesi olayının, Türk Genelkurmay Başkanı'nın Suriye'yi tehdit etmesinden birkaç saat sonraya denk gelmesine dikkat çekti.

NEW YORK TIMES: Türkiye dün Suriye’ye ait bir yolcu uçağını askeri kargo taşıdığı şüphesiyle Ankara’ya indirerek, Türk sivil uçaklarına Suriye hava sahasından uzak durma uyarısında bulunarak ve Suriye bombalarının Türk topraklarına düşmeye devam etmesi halinde vereceği yanıtın güçleneceği uyarısında bulunarak iki ülke arasındaki tansiyonu birden yükseltti. Suriye’den henüz bir açıklama gelmedi.

ASSOCIATED PRESS: Türkiye ile Suriye arasındaki tansiyonun daha kapsamlı bir bölgesel çatışmaya neden olabileceğinden korkulurken, Türk jetleri dün bir Suriye yolcu uçağına silah ya da benzeri askeri ekipman taşıdığı şüphesiyle Ankara’da zorunlu iniş yaptırdı. Suriye Enformasyon Bakanı Umran Zubi olayla ilgili yorum yapmayı reddetti.

FINANCIAL TIMES: Suriye ile Türkiye arasındaki ilişkiler bu olay nedeniyle daha da gerildi. Rusya lideri Putin'in gelecek hafta yapacağı Türkiye ziyaretini iptal etmesinin hemen ardından son yaşanan olay Türkiye'nin Rusya ile ilişkisine de yansıyabilir. Çin ve Rusya'nın vetosu nedeniyle BM Suriye’ye silah ambargosu uygulamıyor. Rusya Suriye'ye silah desteği yapmakla eleştiriliyor.

THE TIMES: Türkiye ve Suriye arasındaki ilişkiler geçtiğimiz hafta savaş noktasına geldi ve Türk ordusu sınırdaki etkinliğini artırdı. Hükümetin Suriye politikası eleştirilmeye başlandığı ve kamuoyu yoklamaları halkın büyük çoğunluğunun savaşa karşı olduğunu gösterdiğini söylüyor.

CNN: Moskova’dan kalkan bir Suriye uçağı, sivil havacılık kurallarını ihlal eden ekipmanlar taşıdığı şüpheleriyle Ankara’ya iniş yapmaya zorlandı. Kapsamlı bir araştırmadan sonra yetkililer uçakta taşınan malzemelerin bir kısmına el koydu. Uçak bu sabah erken saatlerde yolcularıyla birlikte Türkiye’den ayrıldı ancak şüpheli kargoya incelemeler için el konuldu.

RAI 2 TV: Suriye ile Türkiye arasında savaş rüzgarları eserken Moskova- Şam seferini yapan Suriye Havayollarına ait bir yolcu uçağı Türkiye hava sahasındayken iki savaş uçağı tarafından Ankara Havalimanına indirildi. Kargosu 8 saat aranan uçakta telekomünikasyon alet parçaları bulundu. Uçak tekrar Şam’a hareket etti.

LA REPUBBLICA: Türkiye ile Suriye arasında yeni bir diplomatik kriz. Suriye’ye gittiği öne sürülen Rus füzeleri uçak indirtti. Suriye Havayollarına ait bir yolcu uçağı Türk savaş jetlerinde zorla Ankara havalimanına indirildi. Şüpheli diplomatik mühürlü koliler açıldı ve içindekilere el konuldu. Bakan Davutoğlu “Silah kaçakçılığını durduracağız” dedi. Uçak 8 saatlik rötarla Şam’a uçtu.

CORRIERRE DELLA SERA: Türkiye, Suriye Havayollarına ait bir yolcu uçağını istihbarat sonucu Ankara’ya zorla indirerek silah aradı. Moskova-Şam seferini yapan uçakta füze ve radyo iletişim parçaları bulundu ve el konuldu. İki ülke arasındaki kriz giderek tırmanıyor.

IL GIORNALE: Türkiye’nin silah kabusu uçak indirtti. Bir Suriye Havayolları uçağı 35 yolcusuyla Ankara’ya inmeye zorlandı. Moskova’dan Şam’a gitmekte olan uçakta silah yerine telekomünikasyon parçaları bulundu ve el konuldu. İki ülke arasında tansiyon giderek artıyor.

IL MESSAGGERO: Türk jetleri uçak indirdi. Moskova- Şam seferini yapan Suriye Havayolları'na ait uçakta silah arandı ama bulunamadı. Suriye’nin misillemesinden çekinen Türkiye özel havayolları uçaklarının sınır komşusunun hava sahasına girmesini engelleyen önlemler aldı.

Görüldüğü üzere herkes safını belli etmiş, imamını seçip namazına durmuş. Tahminen tüm bu olanlar aslında Rusya ile ABD arasında bir sürtüşme ama muhtemelen bundan zarar görecek olanlar Suriye ve Türkiye'nin alicenap halkları olacak. Tıpkı 70'lerde kardeşin kardeşi bu kan emiciler yüzünden kırdığı yıllardaki gibi...

PS: Merak etmeyin siyasetçilere bir şey olmaz. Adamlar barış zamanında bile çocuklarını askere göndermiyorlar.

+ Bu sitede yazılanların hiç biri doğru değildir.