22 Kasım 2012 Perşembe

NATO - OTAN

Tek merkezden yönetilen bir dünya, tek ordu, tek otorite, tek merkezden yönetilen sağlık ve eğitim sistemi, tek elden yönetilen bir ekonomi. Dünyayı yöneten şirketlerin buyruğu altında yaşayan halklar, herkesin kontrol edilebildiği, izlenebildiği, dinlenebildiği bir düzen... Bunlar; CFR (dış ilişkiler konseyi)’nin İnsanlığın geleceği için hayali olduğu iddia edilir. Bu yüzden dünyanın her yerine dağılmış şirketleri, şubeleri ve onlara gönül vermiş, yanlarında yürümeye yemin etmiş elit destekçileri vardır. Dünya Bankası, IMF, NATO, Birleşmiş Milletler hepsi bu konseyin son derece güçlü olduğu kuruluşlardır.

Anders Fogh Rasmussen
Rasmussen, dün Danimarka başbakanıydı, bugün NATO genel sekreteri. Kendisi CFR’nin kıdemli bir üyesidir. Bugün dünya, mali krizler ve insanların yok yere birbirinin kanını içtiği savaşların acılarıyla sarsılıyor.

Bugün merkezi Brüksel'de, 28 üyeli büyük bir silahlı güç olan NATO, kuruluş misyonunu uzun zaman önce, SSCB'nin dağılması ile tamamlamıştır. Bugün ise CFR üyelerinin yönetimindeki ABD, İngiltere ve AB'nin elinde bir oyuncak olup bunların silahlı çetesi gibi iş görmektedir.

Bu global oluşumun varlığını, özellikle yakın Türkiye tarihine olan etkilerini ve arkasındaki mentaliteyi, biraz daha gerisine giderek inceleyelim.

NATO


NATO (North Atlantic Treaty Organization-Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü) esasen II. Dünya Savaşı sonrası SSCB'yi dışarıda, Almanya'yı terbiye edilmiş hâlde kalkındırmak ve ABD'yi de Avrupa'da tutmak için kurulmuştur. Soğuk Savaş döneminde Batı İttifakı olarak da bilinirdi çünkü o dönemde ABD kongresi ve kamuoyu, ülkelerinin Avrupa ülkeleri arasındaki ilişkilere karışmasını istemiyordu.

1949'da Washington Antlaşması ile kurulan NATO, bir kollektif savunma örgütüdür. NATO'nun kuruluşuna karşı, SSCB ve Doğu Bloğu ülkeleri kendilerince 1955'te Federal Almanya'nın NATO'ya alınması ile birlikte Varşova Paktı'nı kurmuşlardır. Böylece Soğuk Savaş olarak anılan ve 1991'de Varşova Paktı'nın kendini lağvetmesine kadar süren kutuplaşma en olgun halini almıştır.

Türkiye 1952 yılında Kore savaşı ile birlikte NATO'ya kabul edilmiştir. 1950'li yıllarda İtalya'dan başlayarak NATO ülkelerinde “Gladio” adında gizli özel harekat daireleri kurulmuştur. Bu birimler ülkelerdeki devrimci sol hareketler başta olmak üzere her tür muhalefete karşı bir önlem olarak oluşturulmuştur. Bu birimler aynı zamanda derin devlet kavramının da ortaya çıkmasında büyük rol oynamıştır.

Gladio ve Türkiyedeki Kontrgerilla yapılanması..


Gladio, ABD kontrgerilla örgütlenmesi olan "Stay Behind" tarafından 1952 yılında kuruldu. CIA tarafından yönetilen ve finanse edilen örgüt, 1956 yılında ABD ile işbirliği içinde, casusluk ve gerilla savaşı yapmak üzere örgütlendi.

Türkiye'de önce "Seferberlik Tetkik Kurulu" adıyla örgütlenmiş, sonra doğrudan Genelkurmay Başkanlığı'na bağlı "Özel Harp Dairesi" çatısı altında ve bunun sivil uzantısı olarak faaliyet yürütmüştür.

Türkiye'de Kanlı Pazar, 12 Mart Muhtırası, 12 Eylül Darbesi, Kızıldere olayı, Kanlı 1 Mayıs, 16 Mart Katliamı, Bahçelievler Katliamı, Maraş katliamı, Savcı Doğan Öz cinayeti, Bedrettin Cömert cinayeti, Abdi İpekçi suikastı, Kemal Türkler suikastı, Ecevit'e yapılan suikast girişimleri ve Turgut Özal Suikasti gibi nice olayda yer aldığı ve kamu güvenliğini tehdit edip yasa dışı eylemlerde bulunduğu düşünülüyor.

Gladio’nun gerek Türkiye’de, gerekse Türkiye dışında işlediği suçlar, bu kurumun bir çok ülkede lağvedilmesine sebep olduysa da Türkiye dahil bazı ülkeler, henüz bu gayri resmi suç oluşumundan kendini kurtaramamıştır.

SAVCI DOĞAN ÖZ CİNAYETİ (*)

Kontrgerilla örgütlenmesi üzerine araştırma yaparken 24 Mart 1978’de öldürülen Savcı Doğan Öz’ün eşi Sezen Öz, Habertürk’te Özge Özsağman’ın sunduğu 1 Gün programına katılarak kocasının öldürülmesi ve söz konusu araştırmasıyla ilgili önemli açıklamalarda bulundu. Öz programda eşinin, dönemin Başbakanı Bülent Ecevit'e sunmak üzere hazırladığı kontrgerillayla ilgili raporu da kamuoyuna sundu.

"Yıllarca içimizde çöreklenen bu acılar inşallah bitsin" diyerek sözlerine başlayan Sezen Öz eşini söz konusu araştırmaya yönlendiren süreci şu sözlerle anlattı: "Bir öğrencinin öldürülmesiyle igili soruşturmada sanığın ifadeleri sırasında fark ettiği özellikler oldu. Bunlar ifadelerinde kendilerini azmettirenleri söylemiyorlar fakat ne için öldürdüklerine de açıklama getirmiyorlar.

Bunlar kafasını işgal ediyor. Eşi olmama rağmen bana da çok fazla açıklama yapmadı. 'Bu işlerin arkasında bir parti gözüküyor' dediğim zaman 'çok çok ötelere gidiyor Sezen, çok tehlikeli' dediği bir cümlesini çok net hatırlıyorum. Bir kez ben de korkuyorum' dedi. Çok tehdit alıyordu."

RAPORDA MHP VE CIA'İN ADI GEÇİYOR (*)

Özge Özsağman programda Savcı Öz'ün iki sayfalık raporundan öne çıkan kısımlarını okudu. İşte rapordaki çarpıcı bölümler: "Bütün çalışmalar içerisinde askeri ve sivil güvenlik güçleri vardır. Kontrgerilla Genelkurmay Harp Dairesi’ne bağlıdır. Kontrgerilla il ve ilçelerde seferberlik işlerini yürüten kurum olarak askerlik şubelerince yönetilmektedir.

Bu konuda en çok aşamalı eğitimden geçen astsubaylar kullanılmaktadır. Sivil güvenlik güçleri içerisinde de MİT elemanları ve I. Şube görevlileri kullanılmaktadır. Her iki kesimde de gerillaya karşı eğitim (O inanç vardır ki goşist-sol hareketleri de bunlar yönlendirmekte sonra da bunlara karşı savaşım vererek tabanı kazanmakta ve demokrasiye karşı olan eğilimleri geliştirip örgütlemektedirler).

(…)Bütün bu çalışmalar siyasal planda MHP ve onun kadrolarınca yönetilmektedir.

(…) Gerçekten de yerel seçimlerde motorize güçlerce hareketli bir grup oluşturma ve kırsal kesimde yerel yönetimlerde kazanılan mevzilerle şimdiden iktidar olmanın gerekleri, iklimi ve ortamı yaratılmaktadır.

(…) Bu genel çerçevede cinayetleri şiddet ve anarşik eylem nitelendirmelerini daha iyi anlamak olasıdır. Konuya bu kapsamda yaklaşılmadıkça, öncelikle can ve mal güvenliğini sağlamak, şiddet ve anarşi eylemlerini kaynağında kurutmak olanak dışı olduğu gibi demokrasiyi tek seçenek olmaktan çıkartarak bütün kurumlarıyla faşizmi kökleştirmek de gündeme gelecektir. Gerçekten de şiddete karşı halkı örgütleme, kitleler içinde şiddeti yoğunlaştırmamayla olanaklıdır.

Bazı goşist-sol akımlar, gerçek hedefmiş gibi gösterilerek, hedef saptırılarak sıkıyönetimi çağırma, seçimle, olmazsa darbeyle iktidar olma, demokratik yaşama biçimini yok ederek halkı sömürme seçeneği tek seçenek durumuna getirilme çalışmasıdır yapılan.”

(…) Legal yan kuruluşlarda başarılı görünenler illegal çalışmalara yönelmektedirler. Bunlar bu işi aynı zamanda 10 bin TL’den başlayarak ayda 30 ila 40 bin TL’ye kadar varan aylık ücretler de almaktadırlar. Bunun için mali kaynaklar, okul ve yurtlardaki öğrencilerden alınan ayda 50 TL’lik ödentilerle bağışlar, mahalle esnafından ve küçük zanaatkarlardan alınan bağış ve ödentiler, işe yerleştirilenlerden alınan rüşvetler ya da maaşın belli bir miktarı, mahalle arasından evlerden alınan bağışlar, devlet ihalelerinden alınan yüzdeler, silah, afyon kaçakçılığıyla, beyaz kadın ticaretinden vurulan vurgunlar, bazı iş çevrelerinden alınan bağışlar, CIA, AİD ve SAVAK gibi kuruluşlardan yapılan desteklemeler."

(*) http://www.zekirdek.com/forum/262039-cia-mhp-kontrgerilla-iliskisi.html

NATO, Soğuk Savaş sonrası Gladio kurumlarının dağıtıldığını iddia etse de, bu birimlerin şu anki durumu hakkında kesin bir bilgi bulunmamaktadır.

Dünyadaki en geniş global terör örgütü: Modern Haçlı Ordusu..


NATO, ABD (ve ABD kontenjanından dolayı dolaylı yoldan İsrail), Birleşik Krallık ve AB'nin çıkarları için faaliyet gösteren bir toplama ordudur.

ABD, potansiyel rakipleri olan Çin, Rusya ve Hindistan'a karşı stratejik hamleler yapmaya hazırlanıyor. Bu anlamda Afganistan'ın, Irak'ın işgali için uydurulan bahanelerin tutarsızlığı, kimsenin inanmamış olmasına rağmen savaş açılmasının anlamı ortaya çıkıyor.

ABD, hegemonik gücünün sınırlarının farkında olduğu için öngörülebilir düzeyde bir rekabete hazırlık yapıyor. 11 eylül saldırıları bu hazırlığın işaret fişeği işlevi gördü. Yoksa asimetrik savaş kavramsallaştırmasının arkasına sığınarak, terörle küresel savaş adına "ya bizimlesiniz ya düşman" retoriği ile gücünü herkese dayatma ihtiyacı duymazdı. ABD; bir yanda Çin ve Rusya'yı kuşatırken diğer tarafta Irak'a yerleşerek ortadoğunun enerji kaynaklarını askeri olarak da elde tutmasının hedeflerinden biri de AB'dir.

Bu anlamda NATO, ABD ve AB arasındaki rekabeti özel ilişkiye dönüştüren ortak payda işlevi görmektedir.

Türkiye'nin NATO'da yeri..


Türkiye, bugüne kadar NATO'ya üye olmanın hiç bir faydasını görmemiştir. Üstüne kontrgerilla gibi Türkiye tarihinde acılarla dolu deneyimlerin yaşanmasına da sebep olmuştur.

Türkiye, zamanında NATO'ya komünizm tehlikesi ve SSCB tehdidi yüzünden katılmıştı. Türkiye, üyelik bedelini, Kore savaşına katılıp yüzlerce şehit vererek ödemişti. Bugün Türkiye, NATO'daki 2. büyük ordudur ancak organizasyondaki rolü, sadece "bakın aramızda müslümanlar da var" diyebilmek ve asker-üs-destek v.s. lazım olduğunda faydalanmak amaçlıdır.


Bugün Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, esasen 5 daimi üyenin kontrolündedir. Bunların 3'ü NATO üyesi ABD, İngiltere, Fransa olup diğer ikisi, tehdit olarak görülüp NATO'nun da kuruluş amacı olan Rusya ve onun müttefiki Çin'dir. Dünya silah ticareti piyasasındaki silah ve mühimmatların neredeyse tamamı; bu 5 ülke orijinlidir. Bugün; güvenlik konseyinde bu 5 ülke, aynı fikirde olmadığı müddetçe NATO asla bir faaliyette bulunamaz. Bu tezden hareketle NATO'nun artık amacı dışında varlığını devam ettirdiğini ve günümüzün modern haçlı ordusu olan NATO bünyesinde, Türkiye'nin yerinin olmadığını rahatlıkla iddia edebiliriz.

NATO üyesi bir Türkiye, hem İsrail'in politikalarının yanlış olduğunu, hemde ülkesine İsrail ve diğer Avrupa ülkelerinin güvenliği için füze kalkanı sistemi kurulmasını savunmak durumundadır. Bu bile NATO'nun Türkiye'yi ne derece komik bir pozisyona soktuğunu görebilmek için yeterli bir argümandır. Bugün kimse, NATO'nun Dünya'yı daha yaşanılır bir yer yapmak ve barışa hizmet etmek adına varlığını sürdüren bir kurum olduğunu iddia edemez.

PS: NATO kuruluş metnini inceleyiniz.

+ Bu sitede yazılanların hiç biri doğru değildir.

19 Kasım 2012 Pazartesi

İktidarın el değiştirdiği yer


Herşey vatan için..


Mafya; Sicilya kökenli bir oluşum olup, 19.yy başlarında bazı geniş ailelerin birbirlerine adı konmamış çıkar savaşlarına girmesi ile tarihte yerini almıştır. Kelime olarak; yasa dışı işlerle uğraşan, zor kullanarak birtakım gizli çıkarlar sağlayan, çoğunlukla gizli ve hiyerarşik bir teşkilatlanmaya dayalı örgüt ya da örgütler topluluğuna denir.

Bu biraz yumuşak bir yazı olacak zira konumuz az hassas. Bu sebeple sadece lise hatıralarımı anlatmak istedim. Satır aralarını okuyanlar elde etmeleri gereken bilgileri elde edeceklerdir.

Kurulu düzene çomak sokmak..


Devletler, tarih boyunca öyle ya da böyle bir şekilde bu tür yapılanmalardan (Ek bilgi: Mafya öncesinde de beylik, kabile ve aşiretlerin desteklerini alarak işler ilerliyordu) faydalanmışlar ve karşılığında onların bir takım oluru olmayan işlerine göz yummuşlardır.

Devlet iktidarının bittiği yerde mafya başlar ancak bu; devletin buna göz yumduğu ve çıkarlar çatıştığı yere kadar geçerlidir. Gerçi bizler bunu daha lisedeyken aslında çözebilmiştik.

Gerek Türkiye için, gerekse de benim için 90'lar gerçekten de ilginç yıllardı. Derin devlet, gladio, örtülü ödenek, hayata dönüş operasyonları, madımak oteli, başbağlar katliamı, taranan kahvehaneler, gazi olayları, 28 şubat günleri, kanlı mı olacak kansız mı olacak bekleyişleri, tutanın elinde kalan bankalar, şehir alınıp şehir verilen terör çatışmaları, Tarkan'nın yıldızının parlaması, Sibel Can'ın Miami'de ev alması, THY'nin ABD'ye TK01 seferlerine başlaması, Fadime Şahin'in dramı, kontr-gerilla, ülkücü mafya, kürt iş adamları, susurluk, herşey vatan için, devlet için şerefiyle kurşun atanlar ve yiyenler v.s. v.s. v.s.

Bizler o zamanlar ergendik. Bilmem hala var mı ama o yıllarda okul tuvaletlerinde sigara içilirdi. Bizlere göre o zamanlar bu eylem, dünyanın en zevkli aktivitesiydi. Zira kat nöbetçisi öğretmenler de koridorda içerdi. Neticede sigara içilen yıllardı.

3 kat aşağıda bulunan ofisinden müdürümüz bu işe çok kıl olurdu. Bu sigara mevzusu öyleydi ki tuvaletler duman altı olurdu. Öğrenciler normal ceket cebinde sigara ile gelirlerdi okula iş o derece zıvanadan çıkmıştı.

Ne kadar baskın da yapılsa, ne kadar üst araması da olsa o sigara, içilmeye devam ediliyordu.

Bir gün yine teneffüste tuvalete gittiğimde ilginç bir manzara ile karşılaşmıştım. Ortalık pırıl pırıldı hayret ettim ve içeri girip sigaramı yaktım. Çok geçmeden bir öğrenci gelip beni uyardı "akrep geliyor lan ne yapıyorsun". dedim ne akrebi lan, o sırada duvarda bir yazı dikkatimi çekti "tuvalette sigara içmek yasaktır. imza akrep".

Bu Akrep denen öğrenci, okuldaki reismiş. (Bilmeyenler için ek bilgi; Türkiye'de bir takım faşist yapılanmaların okul benzeri yerlerde terör estiren kollarının yöneticisine Reis denir.) Dedim olmaz tüm gün kafam atar içerim ben sigaramı. Sigara içtikten sonra bu Akrep hayvanı sınıfıma gelip bana saldırdı. Kavga ederken de nöbetçi öğretmen buna şahit olmasına rağmen sırtını dönmüştü.

Herşey gayet açıktı. Okuldaki disiplinsizliğin üstesinden gelemeyen okul müdürü mafya'dan yardım almıştı. İndim müdürün odasına. Kendisi yerinde yoktu. Muavinine gittim ve öğrenciden ve ona göz yuman öğretmenden şikayetçi oldum. Haliyle disiplin kuruluna sevk edilen ben olacaktım. Bunun bilincinde olarak babam ve bir avukatla bu konuyu konuştum ve kendim gibi dört satılmamış şahit (ki kendilerininde çıkarına çünkü hepsi içiciler) daha bularak şikayetçi olduk. Kurula çıktığım gün avukatım da okula geldi ve il milli eğitim bakanlığına verilmiş dilekçenin de bir kopyasını getirdi. Kurul ya olduğu gibi soruşturma geçirip haritadan yer beğenecekti ya da olan olayın bilgileri dışında geliştiğini iddia edip bana saldıran Akrep hayvanının okulla ilişkisini kesecekti.

Okul müdürü, neticede yapması gerekeni yaptı ve konu kapandı.

Nisan ayı gelmişti. Teneffüste yine tuvalete girdim ve yine aynı duman altı olmuş ortamda yine aynı şekilde sigaramızı içtik. Her şey eskiye dönmüştü. Bu Akrep hayvanı ise okul kapısının dışında sivil kıyafeti ile tekere soktuğu çomağı teker kırmış bir vaziyette "ben ne yaptıysam devlet için yaptım şimdi niye atılan dışlanan ben oldum" diye boş boş bakınıyordu.

Devlet için kurşun atan da yiyen de şereflidir demişti bir devlet büyüğümüz o zamanlar televizyonlarda. Unutulan şey ise, devletin işine yaradığın ve çıkarlar çatışmadığı sürece şerefli olduğundur...

+ Bu sitede yazılanların hiç biri doğru değildir.

12 Kasım 2012 Pazartesi

Lord of war / Savaş tanrısı

Business.. Business..


Andrew Niccol'in yönettiği, Nicholas Cage'in oyunculuğunda zirve yaptığı 2005 tarihli bu filmi ilk izlediğim yıllarda yok daha neler derken, bugün dönüp tekrar baktığımda bu daha ne ki dedim.

Bunca yıllık uluslararası ticaret ortamından edindiğim yegane deneyim, aslında dünyada binlerce potansiyel ve potansiyelinin farkına varmış Yuri Orlov olduğudur. Ancak her şey filmlerde göründüğü gibi değildir. Bu tür kimselerin ülkemizde de olduğunu, hatta herkesin tanıdığı bildiği kimseler olduğunu belirteyim.

Alım-Satım..


Dünya silah piyasasında dolaşımdaki mühimmat ve silahların neredeyse tamamının "Birleşmiş milletler güvenlik konseyi" daimi üyesi 5 ülke (A.B.D., İngiltere, Fransa, Çin, Rusya) orijinli olması bir tesadüf değildir.

Silah piyasası o kadar pervasızdır ki aslında alım-satım ilanları bile medyada çok rahat yer bulur. Sadece dili az farklıdır.

Örneğin geçtiğimiz Nisan ayında dünyanın en çok satan ölüm makinesi AK-47'nin (bildiğimiz keleş) bir numaralı imalatçısı hakkında söyle bir haber medyada yer aldı. Bu; AK-47'nin üreticisi Izmash şirketinin iflasını konu alan bir haber.

Ondan yaklaşık altı ay sonra kasım'da ise Rus ordusunun yeni nesil piyade tüfeği tanıtılmış. Mevcut AK-47'nin oldukça geliştirilmiş bir modeli olan bu silah için medyada şöyle bir haber yer aldı.

Haberleri okumasını bilen birinin bundan anlaması gereken; Rus ordusu eski Kalaşnikof'ların alımını durduruyor ve yeni nesil Kalaşnikof kullanımına geçiş yapıyor.

Haliyle koca Rus ordusunun şu an için kullanımındaki ve depolardaki on binlerce, belki de daha fazla AK-47'si yeni müşterilerini bekliyor. Bunun sinyalleri ise çok daha önceden, 2011 yılının ekiminde söyle bir haber ile verilmiş.

Filmde anlatıldığı gibi "Lord of war" olmak, basit silah kaçakçılığı yapıyor olmaktan çok farklıdır. Onu yapanlar zaten eşek sırtında, tır dorsesinde sınır ticareti yapan, kendilerine "kaçakçı" diyen kimselerdir, fazla göze batmadıkları sürece ihbar edilmezler de.

"Lord of war" olmak; bir silah tüccarı olmak da değildir. ondan da daha fazlası olmaktır. Çatışmaları besleyen, sürdüren, sıcak tutan, hatta savaş çıkaran-bitiren ve bir yerde sevk ve idare eden olmaktır.

İşe başlıyoruz..


Türkiye'yi tamamen hariç tutarak konuşmak gerekirse bu tür kimseler açık açık bir dükkan-ofis açıp "bilmemneoğlu silah ticaret ltd. şti." gibi bir şirket sahibi kimse değildir. Böyle bir şirketleri varsa bile sadece tek şirketleri bu değildir. öncelikle ya medya ile içli dışlı olur, ya da direk medya patronu olup gündem belirleyen elinde güçlü bir halkla ilişkiler aygıtı barındırırlar. Çok tuhaf akrabalıkları vardır. Ailesinde ne alaka diyebileceğiniz kimselere kız vermiş, kız almış, karısını boşayıp evlendirmiş, gelin almış kimselerdir. Esasen halk nezdinde (ya da ticari-siyasi ortamda) çok itibarlı kimselerdir. Düğünlerine cenazelerine ne alaka diyebileceğiniz kimseler gelir-giderler. Holding-grup şirketi websitelerini incelediğinizde genelde ticari, sınai, enerji, medya, eğitim, finans v.s. bir çok sektörde var olan yatırımlarını inceleyebilirsiniz.

Dananın kuyruğunun koptuğu nokta ise aslında (çoğu zaman belirtmezler) güvenlik-savunma alanında da şirketlerinin olduğu, hatta askeri araç üretimi yaptıklarıdır. Kimisinin ise bir takım "anglo-sakson" savunma (savaş sanayisine savunma sanayisi demek bir defa ironinin en önde gelen örneğidir ya neyse) şirketlerinin mevcut ülkenin mümessilliğini yapıyor olduklarıdır. Elbette bu şirketlerin hiç birisi %100 yerli sermaye değildir. Bunlar ve benzeri haberler medyada asla yer almaz.

Eminim bir çok kişi; Amerika'dan savaş helikopteri alınacağı zaman Amerika'daki şirkete e-mail yazıp fiyat teklifi istendiğini falan zannediyordur. Gerçekte olaylar elbette farklıdır. Helikopter üreticisi şirketin (örneğin senato onayından sonra) söz konusu ülkedeki mümessilliğini yapan şirketle tüm işler halledilir, rüşvet teklifleri edilir ve iş bitiminde ödenmesi gereken "kar payları" ödenmesi gereken kimselere "20-25 gibi gitmesi gerekir".

Çoğu zaman bu tür şirketler, bunun finansmanını da sağlarlar. Yıl sonu deli kar rakamları açıklayan bir kısım bankalar emin olun sadece bireysel-kurumsal kredi satarak, o ülkenin halkının şikayetçi olduğu hesap işletim ücretleri, havale-eft ücretleri v.s. ile o kadar para kazanamazlar.

Merak edenler için; olayın vicdan kısmını unutun. filmde kadın, kocasını bu işi yaptığı için terk ediyor ama aslında bu tür adamların karısı ya da karıları kendilerini hayır işlerine adamış, kafayı sokak köpeklerinin korunması ile bozmuş, kimsesiz çocuklar yararına kermes düzenlemekle oyalamaktadırlar. Kendilerine kocalarının ne iş yaptığını sorarsanız "ünlü iş adamı bilmem ne" diye bir cevap alırsınız. Yani ne iş yaptığını ya bilmezler ya da bilseler bile akşama gidecekleri kokteyle yetişmek kimseyle pişti olmamak için terzileri ile randevuları vardır, sizinle uğraşamazlar.

Bu cemiyet tamamen kan ile beslenir. Bunların sayesinde bir yerlerde birileri birbirlerini yerken bunların yaşadıkları lüks öylesinedir ki çoğunuz hayalini bile göremezsiniz. Bu kimseler tamamen kendilerini vergisini ödeyen, namuslu, istihdam sağlayan güzide bir iş adamı olarak görüp az utanması olanı "savunma hakkı kutsaldır" derken tamamen utanma mekanizmasından yoksun olanları "biz ticaret yapıyoruz" söylemine inanmışlardır.

Günümüzde gündemi işgal eden bir takım savaş söylentilerinde "x'in x'i işgal etmesinde ne gibi bir çıkarı olabilir ki anlayamıyorum" ya da "bu terör neden var anlayamıyorum" diye söylenen kimselerin unutmamaları gereken nokta, yakılan her bir mermi ya da topun para yazdığıdır.

Allahtan ülkemiz bu kadar bozuk insanların yaşadığı bir ülke değildir. Hiç olmamıştır.

+ Bu sitede yazılanların hiç biri doğru değildir.